SITKI KUNDAK ( 1963-2018 )
Sıtkı Kundak Kuşadası'nın " velisi , bereketi ve Allah'ın bize sunduğu nimeti " idi. Bu yüzden hayat hikayesini yazmak yerine onun ölüm haberini aldığımız zaman ki duygularımızı, cenaze töreni esnasında çekilen resimleri ve hakkında bir gazetenin köşe yazarının yazdıklarını koyduk ve bu sayfayı okuyanlara bir mesaj vermek istedik. Bu mesajı alanlara SELAM OLSUN. Bu veli sizden ruhuna bir fatiha ister. Lütfen okuyun.
ER KİŞİ NİYETİNE
“ İnna lillah ve inna ileyhi raciun. Allah’tan geldik ve Allah’a döneceğiz. “ Kuşadası’nın renkli siması Sıtkı Kundak’ta bu sabah Hakk’a yürüdü. Sıtkı, Kuşadası’nın en dürüst insanlarının başında geliyordu. Masum, saf, temiz ve Allah adamı idi. O , Mevla’nın Kuşadası’na emaneti idi. Biz bu emaneti ne yazık ki koruyamadık. Birileri sürekli onu kızdırdı, horladı, alay etti ve hatta sövdü. Ağladığında ve tükürdüğünde utanmadan kahkaha atanlar vardı. Birileri de sürekli onu yedirdi, içirdi, gezdirdi ve yordu. Kimine göre veli, kimine göre deli idi ancak o “ Sıtkı Başkanı “ idi . Bize göre o bir veli idi. Onu camilerde görünce dikkatlice izlerdik. Hele Kale içi camiinde. Mihraba gider, hocanın yanına oturur ve cemaati süzerdi. Bazen safların arkasında öyle içten bir “ Allah “ derdi ki hepimizi adeta yere mıhlanırdı. Camiye girerken “ cami benim “ deyişi ise ruhlar aleminden gelen bir sedaydı. Bazen derdim ki “Bizim kıldığımız namaza bak, Sıtkı’nın içten Allah deyişine. “ Bir gün yine Kaleiçi caminde namaz kılarken gelmiş ve cami benim demişti. Bende evet başkan dedim. 1 TL istedi benden ve “ cami senin, sattım sana “dedi. Bende “ hayır bu cami senin “ dedim. Güldü, yanağımı okşadı ve uzaklaştı. Bir defasında ise yine ayni camide herkes safta iken gelmiş ve “ Allah “ diye secdeye kapanmıştı. Öyle bir “ Allah “ deyişi vardı ki , gözyaşlarını tutamamıştım ve üç gün kendime gelememiştim.. Yarın onu o “ Allah “ diye haykırdığı camiden asıl sahibine, rabbine uğurlayacağız. Haydi Kuşadalılar, bu mübarek deliye değil “ veliye “ son görevimizi layıkı ile yapalım. Bir namazlık saltanatı olacak ve herkesi el-pençe karşısında saf bağlatacak. Musalla taşı önünde Hoca efendi soracak“ Hakkınızı helal ediyor musunuz “ . Ya o bize hakkını helal edecek mi acep ? “Er kişi niyetine”. Allah gani gani rahmet etsin ve makamı cennet-i Firdevs olsun. (Mahmut Ökçesiz)
MÜFTÜNÜN KONUŞMASI
MAHALLENİNİ DELİSİ'NE BÖYLE BİR MİLLET TÖRENİ
ADI Sıtkı Kundak’tı...
Zihinsel engelliydi...
Bütün Kuşadası ona “Başkan” diyordu...
Çoğunlukla takım elbisesi, beyaz gömleği, kravatı, bazen boynuna attığı tütüncü, zeytinci, pamukçu yağlığı ile tam Ege filmlerindeki bir sayfiye şehri başkanı gibiydi...
Hep gülüyordu... Sokakta her gördüğüne selam veriyor, günaydın diyordu...
Her gördüğünün ona “Başkan” diye hitap etmesini istiyordu...
Kimse de kırmıyordu, kıramıyordu onun tertemiz kalbini...
Bütün Kuşadası “Başkanım” diyordu...
“Sıtkı Başkan” 55 yaşında hayata veda etti...
Kuşadası önceki gün ona öyle bir cenaze töreni yaptı ki...
Kuşadası tarihine geçti...
Önde belediye bandosu yürüdü...
Arkasında ona hep bir ağızdan “Hakkımız helal olsun” diye ta yürekten haykıran 4 bin adalı...
Kuşadası’nın bütün şirketlerinin gönderdiği çelenklerden oluşmuş bir çiçek koridoru içinden geçip gitti...
Belediye Başkanı oradaydı...
Başkanının tabutunun arkasında saf tuttu...
Müftü oradaydı, “O Allah’ın sevgili kuluydu” dedi...
Önde tertemiz bir insan... Arkasında tertemiz bir insan seli...
Dört bin kişi omuzlarında götürdü mezarına kadar...
Zihinsel engelliydi...
Eskiden olsa “Mahallenin delisi” derlerdi...
Zaman bize doğrusunu öğretti.
Zihinsel engelliydi.
Ama Kuşadası anladı ki o “mahallenin bilgesi”ydi...
Ve giderken hepimize son bilgelik dersini verdi de gitti...
Şu fani dünyada...
Paran vardır severler...
Gücün vardır taparlar...
Tüfeğin vardır korkarlar...
Makamın vardır sayarlar...
Severler, korkarlar, taparlar, sayarlar da...
Öldüğünde tabutunun dört sapına el verecek dört dost bulamazsın...
Hadi son sözü bir Egeli şaire, Attilâ İlhan’a bırakalım:
“Böyle bir sevmek görülmemiştir...”
Neden mi...
Çünkü böyle bir sevdirmek de görülmemiştir de ondan...
(Ertuğrul Özkök, Hürriyet Gazetesi)