Muhacir simgeleri
ADALIZADE MEZAR TAŞLARINDAKİ MUHACİR SİMGELERİ
Kuşadası Adalızade mezarlığı Osmanlı mezar taşları üzerindeki incelemelerimize devam ediyoruz. Bu haftaki yazı konumuz ise “ muhacir simgeleri “ adını verdiğimiz ve bazı Osmanlı mezar taşlarının etek diye tabir edilen alt bölümlerinde görülen çeşitli remizler-simge ve şekillerdir.. Bu simgeler hakkında bilgi vermeden önce Kuşadası’nın demografik yapısına ve çeşitli dönemlerde bu ilçeye yapılan göçlere ve iskan durumuna bir göz atmakta fayda vardır. Malumunuz üzere Kuşadası ilçesi göçler almış ve hala almaya da devam etmektedir. Osmanlı İmparatorluğunun hasta adam olarak kabul edildiği ve imparatorluğu parçalamaya karar veren batılı devletlerin Şark meselesi diye ortaya attığı politik müdahalelerden sonra 19.yy başlarında çöküş daha da hızlanmış idi. 1821 Mora isyanından sonra Balkanlardaki Türk-Müslüman nüfus baskılara ve tehditlere maruz kalmış, evlerini ve topraklarını bırakarak göçe zorlanmıştır. Bunun sonucunda çıkan Mora isyanı sonunda bir grup göçmen evlerini ve yurtlarını terk ederek Anadolu’ya göç etmeye başlamışlardı. 1840 lı tarihlerde bir grup Mora’dan gelen Balkan göçmeni Kuşadası ve çevresine iskan edilmişlerdir. 1877-1878 tarihlerinde cereyan eden ve tarihimizde 93 harbi diye bilinen Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra Kafkas cephesi çöküş ve Rusların eline geçmişti. Rus baskısından bunalan Kafkas göçmenleri Osmanlı tarafından Romanya’nın bazı bölgelerinde önce iskan merkezlerinde toplanmış ve daha sonra belirli bir program dahilinde Anadolu’ya gönderilmişlerdir. Bunlardan bir grupta Kuşadası’na gelip Davutlar ve Yeniköy’de iskana tabi tutulmuştu. Çerkez çoğunluğunun oluşturduğu bu grubun yerleştirildikleri bölgeler Davutlar Çerkez ve Kulfallı diye anılmaya başlanmıştı. Kafkasya yöresine benzeyen ilkimi ve bitki örtüsü ile bu bölgeler muhacirler tarafından da uygun görülmüş ve benimsenmişti.
1897 yılında patlak veren Girit isyanı ve sonrasında cereyan eden Osmanlı-Yunan Savaşı, Türk adalarındaki Türk-Müslüman varlığını tehdit etmiş ve Girit daha sonra bir oldu-bitti ile Yunanistan Krallığına ilhak edilmişti. Buradan gelen Müslümanlar bugünkü milli park yakınlarındaki bölgeden başlayarak Söke ve Yoran-Didim’e kadar olan bölgede iskan edilmişlerdi. Buraya yerleşen Girit muhacirlerine Osmaniye adıyla 200 hanelik bir köy kurulmaya karar verilmiş, ilk iki yılda 75 tanesi yapılarak hak sahiplerine teslim edilmiş, daha sonraki yıllarda da bu inşaatlara devam edilerek gecikilmesine rağmen büyük çoğunluğu bitirilmişti. Cumhuriyetin ilanından sonra yapılan anlaşma ile Türk ve Rum nüfus yer değiştirmiş, adına “ mübadele “ dediğimiz anlaşma ile gelen “ mübadiller “ bu yörelere ve Kuşadası merkezine iskan edilmişlerdi. Kısacası Kuşadası 19. yy başlarından itibaren Balkanlardan ve Ege Türk adalarından tam dört büyük göçe maruz kalmıştı. Göçler elbette evlerini-barklarını, yerlerini-yurtlarını zorla terk eden insanlarda tarifi imkansız yaralar açmış ve çeşitli dramların yaşanmasına vesile olmuştu. Sadece evler ve barklar geride kalmamış, ayni zamanda mezarlarınız, komşularınız, mutfağınız, gelenekleriniz ve kültürünüz de arkanızda kalmış ve aranıza aşılmaz engeller konmuştur.
Zorunlu göçle Kuşadası ve çevresine iskan edilen “ muhacirler” çok zorluklarla mücadele ettiler. İskan edildikleri bölgedeki yerli halk ile kaynaşmak ve kabul edilmek hiçte kolay olmadı. “ Gavur “ olarak adlandırıldılar ve tecrit edilmeye-dışlanmaya maruz kaldılar. Buda bu göçmenler arasında zamanla hayal kırıklığına dönüştü ve kendi geleneklerini ve kültürlerini koruma adına değişik tedbirler almak zorunda kaldılar. Bir araya geldiklerinde Rumca konuştular, kendi özel kahvehanelerinde toplandılar, yörelerindeki lakaplarla anılmayı istediler, kendi mutfaklarına ait yemekleri pişirmeye devam ettiler, düğün, sünnet ve benzeri tüm adetlerini ve törelerini her ortamda yaşatmaya gayret ettiler ve büyük bir çaba harcadılar. Bugün övgüyle bahsettiğimiz bazı balkan kültürel ritüelleri ve özgün mutfak örnekleri o mübarek insanların inatla ve şevkle bin bir türlü zorluklar içinde yaşattıkları kendi kültür ögeleridir. Bir örnekle konuyu biraz daha açalım. Girit Adası’nın Hanya şehrinden gelen muhacirler burada kendi kültür ögelerini son derece titizlikle korumuş, özellikle mutfaklarını canlı tutmuş ve Kuşadası sosyal hayatına büyük katkılar yapmışlardır. Bugün büyük bir iştahla yediğimiz Girit yemekleri işte o büyük mücadelenin sonucunda kaybolmamış ve Türk mutfağında eşsiz bir “ Girit bölümü “ açmıştır. Ot yemeklerini ve zeytinyağlıları eğer bugün zevkle yiyebiliyorsak bunu Girit muhacirlerine borçluyuz.
Zor şartlarda yaşamak ve kültürlerini korumak adına alınan tedbirlerden biri de mezarlıklarda ayrı bölümlerde gömülmek ve bazı özel işaret ve simgeleri mezar taşlarına hakk ettirmekti. Cami hazirelerinde ve büyük mezarlıklarda rast gele defin yapılamadığını biz Osmanlı kayıtlarından bilmekteyiz. Bazı cami hazireleri ve tekke mezarlıklarında bu durum çok açıktır. Örneğin Yeniçerilerin toplu olarak defnedildiği özel mezarlıklar vardır. Yeniçeriler sadece kendi mezarlıklarında medfundur ve her yeniçeri bölüğünün ayrı yerleri olduğu gibi bölük işaretlerini taşıyan remizleri mezar taşlarına işlenir. İstanbul, Edirne, Bursa, Selanik, vb. büyük şehirlerde “ Yeniçeri mezarlıkları “ vardı bir zamanlar. Bir diğer örnek ; Bektaşilerin eğer o yörede bir tekkesi var ise o tekkenin bahçesine defnedilir, yoksa ana mezarlığın bir bölümündeki özel bir yere gömülür ve adına “ Bektaşi Sofası “ adı verilirdi. İlçemizde araştırmalarımıza göre bir Bektaşi tekkesi ve buna bağlı adına “ Cevraki “ denen iki oluklu mahallesinin üst tarafında bir mezarlık vardır. Kuşadası’nda iskan edilen muhacirlerde bu yolu benimsemiş, ölenler mezarlıkların bir bölümüne defnedilmiş, mezar taşlarına özel simgeler hakk ettirmişler ve böylece hem yüzyıllardır devam eden bir geleneği yaşatmışlar, hem de geride bırakılanların mezarları ve taşları kaybolmamıştır. İlçemizin üçte dördü bir zamanlar mezarlıklarla kaplı idi ve bu mezarlıklarda “sofalar” var idi.
Kuşadası Adalızade Mezarlığında özel sofalar bulamadık çünkü üzerinde araştırmalar yaptığımız Osmanlı mezar taşlarının belki sadece 20-30 kadarı buraya ait mezar taşlarıdır. Buradaki taşların çoğu devşirme yani ortadan kaldırılan eski mezarlıklardan toplanan, kireç ocaklarında eritilmekten kurtulan ve yol-kanal-tretuvar malzemesi olmaktansa Adalızade’ de dikili taş olmayı yeğlerim diyenlerden oluşmaktadır. Adalızade Osmanlı Mezar taşları buraya çeşitli tarihlerde getirilmiş ve ana yolun iki tarafına ve Adalızade türbesi etrafına gelişigüzel dikilmişlerdir. Adalızade mezarlığındaki taşların bazılarının muhacir taşları olduğunu iddia ediyoruz çünkü taşların alt kısımlarında henüz çözülemeyen bazı gizemli remizler vardır. İstanbul başta olmak üzere ülkemizin değişik mezarlıklarında “…..sofası “ adı verilen özel bölümler bulduk ve taşların üzerinde özel işaretler gördük. İstanbul Karaca Ahmet mezarlığının bir bölümünde “ Giritliler Sofası “ adı verilen bir bölümdeki taşlardaki remizler bizim mezarlığımızdaki bazı taşlarla ayni özelliklere sahiptir. Bilhassa kadın hotoz şahidelerinde bu açıklıkla görülmektedir. Şu an için elimizde sadece bunlar var nedeni ise sadece çok az bir bölüm mezar taşlarını okumamız ve Adalızade mezarlığında tam anlamı ile bir envanter , kazı, restorasyon ve dokümantasyon çalışmasının yapılmamasındandır. Girit Adası’ndaki Akdeniz Araştırmaları Enstitüsünün “ Digital Crete “ adlı web sitesindeki “ Islamic Gravestones “ adlı Resmo’ya ait 311 adet Osmanlı dönemi Türk Mezar taşlarını inceliyoruz. Girit ile Kuşadası bağlantılarını araştırıyoruz. Araştırmalarımız sonunda elde ettiğimiz bulguları bu sitede paylaşacağız.