• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Site Menüsü
Site Haritası

Gelenek

KUŞADASI ADETLERİ, GELENEK VE GÖRENEKLERİ



Kuşadası ilçesi 1830, 1895 ve 1924 tarihlerinde Kafkasya ve Rumeli’den ve Türk Adaları’ndan gelen Türk göçmenlerin iskan edildiği bir bölge olmuştur ve bugünkü ilçe halkının ana çekirdeğini bu bölgelerden gelen “ Muhacirler “ oluşturmuştur. Doğal olarak ilçedeki adet, gelenek ve göreneklerde Kafkas (Çerkes) ve Rumeli etkileri hala görülmekte ve çeşitli yollarla yaşatılmaya çalışılmaktadır. Rumeli Türkleri’nin ana yapısını teşkil ettiği bu ülkede Rumeli yaşayış biçimleri, sünnet, düğün ve ölüm merasimleri, Rumeli mutfağından esinlenmiş yemeklerin yapımı , Hıdırellez  ve aşure gelenekleri gibi Türk kültürünün ana ögelerini ve uygulamalarını hala bu ilçede görmek sevindiricidir ancak 1965 lerde sonra hızla gelişen turizm olgusu beraberinde Anadolu’nun her tarafından, bilhassa Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinden yoğun göçe tabi olmuş ve Kuşadası halkı azınlık durumuna düşmüş ve kültürler arası büyük bir karışma meydana getirmiştir. Turizmin getirdiği maddi kazançların yanı sıra ilçe kültüründe bilhassa adet ve geleneklerde bir yozlaşma, modernleşme adı altında  geleneksel uygulamaları terk etme ve çağdaş uygulamalara özendirme gibi  çeşitli tahribatlara neden olmuştur. Bu tahribatlar maalesef bütün hızıyla devam etmekte ve geleneksel kültürün ana ögeleri bile büyük bir tehdit altına girmektedir. Kuşadası kültürüne ait 100-150 yıllık adet, gelenek ve görenekleri yaşatmak amacıyla 2007 yılından itibaren ilçemizde çeşitli dernekler kurulmuş ve  bazı yayınlar çıkarılmaya başlanmıştır. Bunların içinde eski kültürü yaşatmak için faaliyet gösteren Kuşadası Selanik Mübadilleri Derneği ve Davutlar Giritliler Derneğini sayabiliriz. Eski adet ve geleneklerin kaybolmasını önlemek ve yazılı olarak kaynaklar haline getirmek amacıyla 2008 yılından itibaren de Kuşadası Yerel Tarih Dergisi yayınlanmakta ve bize göre çok güzel kalıcı hizmetlerde bulunmaktadır. Bunlara ilaveten kökleri Rumeli göçmenlerine dayanan üçüncü-dördüncü hatta beşinci kuşak diyebileceğimiz Kuşadası yerlilerinden bazıları anılarını, yaşadıklarını, eski gelenek ve görenekleri kitap halinde neşretmiş ve ilçenin kültür hayatına önemli desteklerde bulunmuşlardır. Bunların arasında Sayın Müjgân Şavkay, Dr. Ali Alkış, Şenol Eskin, Ali Ergül, Nail Topal, Mustafa Dinçoğlu, Ali Can isimlerini sayabiliriz. Bu değerli kişilerin yayınladıkları eserlerin adlarını ve içeriklerini ise ayrı bir bölüm halinde yayınlayacağız. Aşağıda KUYETA-Kuşadası Yerel Tarih Dergisi’nin çeşitli sayılarından derlenen Kuşadası  adet, gelenek ve göreneklerinden birkaç tanesini  yayınlıyoruz.

SÜNNETLER



Hayli ilginç olan sünnet düğünlerinden başlamak istiyorum. Sünnet düğünleri sokakta olurdu. Sünnetten bir hafta önce okuyucu ismi verilen kadın kapı kapı düğüne davet ederdi. Düğün günü herkes evindeki masa ve sandalyeyi evinin önüne çıkarır, sokak boyunca masalar kurulurdu.  Sünnet çocukları mahalleli erkek ve çocuklarla ata bindirilip davul zurna ile şehirde gezdirirken her köşe başında durulur zeybek oynanırdı. Sokağa dönüldüğünde tüm sokağın kadınlarının yardım ettiği masalar düğün yemekleri ile donatılmış olurdu. Davullar zurnalar gün boyunca çalar yenilir, içilir erkekler rakı içip zeybek oynardı. Tüm sokak oluk çocuk eğlenilirdi. Eğlence devam ederken çocuklar sünnet edilir yatağına yatırılırdı. Akşamüstü masalar toplanırdı. Sünnet çocuklarına hediyeleri o gün verilir acılarını biraz olsun unutturulmaya çalışılırdı. Dedeler, babalar genellikle en büyük hediyeyi alıdır. Bu çoğu zaman bir bisiklet bazen de bir kol saati olurdu. Komşular ise akrabalık derecesine göre sünnet yatağının yastığına nazar boncuklu altın maşallah veya çeyrek altın takarlardı. Zarf içinde para koyanlar da olurdu. Hediyelerin büyük bir kısmı okul ile ilgili sırt çantası, dolmakalem, çocuk küçük ise sevdiği bir oyuncak olurdu. Geçmişe bakıp düşündüğümde beni en çok etkileyen ve çok güzel bir adet olduğunu düşündüğüm sünnet kardeşliğidir. Sünnet sahibinin durumu iyi ise fakir çocuklardan bir ikisi aynı şekilde giydirilir yatakları hazırlanır atla dolaştırılır sünnetleri yapılırdı. Çocukların anne babaları da sünnet sahibiyle eşit bir şekilde düğünün sahibi olur. Çoğu zaman çocuklar hiçbir şeyi fark etmez sünnet kardeşim diye yataklarda birlikte yaramazlık yaparlardı.[1]



[1] Fatma Kırlı, Bizim sokağımızdı Yalçın sokak, KUYETA Yerel Tarih Dergisi Aralık 2013 Sayısı

GELİN BAKMA ADETİ



 Çocuklukta en sevdiğim şeylerden biri de gelin bakma âdeti idi. Düğünden sonra gelin bir hafta boyunca gelinliği giydirilir makyajı yapılır bir odaya sandalyeye oturtulur mahalleli gelini seyretmeye gelirdi. Tabi ki çıkışta dedikodusu yorumları yapılırdı. Buna gelin bakmak ya da kızardı denirdi. Sokağımıza gelin geldiği zaman en çok kız çocukları sevinirdi bize eğlence çıkardı. Kız çocukları her ziyaretçiyle beraber tekrar gider gelini seyreder şeker alırdı. En çok da hayal kurardık biz de bir gün gelin olup makyaj yapacağız diye. Çünkü gelin olmadan makyaj yasaktı. On yedi yaşımdayken Öğretmen Okulunda kızlar kaşlarımı aldı, tatilde eve gelince annem kıyameti kopardı sen süs mü yapıyorsun diye. Kendince gelin olunca fazla değişmeyeceğimi, komşuların güzel gelin olmuş demeyeceğini düşünüyordu. Boşuna üzülmüştü çünkü ben şehir dışında evlendim gelin bakmam da olmadı. 

ÇAMAŞIR YIKAMA ADETİ

Yalçın Sokakta çamaşır yıkamak da bir törendi. Çamaşır gününden önce soba veya ocaktaki küller toplanır içindeki odun artıkları ayıklanır ve suya konurdu. Buna kül kestirme denirdi. Kül sanırım suyun kirecini yumuşatıyordu. Eğer kül yeterli olmazsa komşudan istenirdi. ‘’Komşu komşunun külüne muhtaçtır’’ sözü buradan geliyor olabilir. Çamaşır günü bahçeye ateş yakılır, kazanla su kaynatılır çamaşırlar küllü su ve sabunla yıkanırdı. Beyaz çamaşırlar en son durulama suyunda çivitlenirdi.  Çivit hoş, mavi bir renk verirdi. Çamaşırlar da rastgele asılmaz renklerine ve oylarına göre bahçelerdeki çamaşır iplerine asılır ve tahta mandallar ile sabitlenirdi. Çünkü yıkanan, asılan çamaşırın dedikodusu da yapılırdı.

CENAZE TÖRENLERİ

Yalçın Sokağın en hüzünlü günleri cenazelerdi. Birisi vefat edince cenaze ev altı dediğimiz birinci katta ya da bahçede iki uzun tahtadan oluşan teneşirde yıkanır kefenlenirdi. Cenazenin camide salası verilir arkasından ayrıntılı bir şekilde vefat edenin kim olduğu minareden hoca tarafından anons edilirdi. Bu anonsları duyabilmek için çarşılarda herkes kulak kesilirdi. Cenaze törenine işi olmayan, tanısın tanımasın herkes katılırdı. Cenazeyi komşu erkekler evden alıp mezarlığa götürürken yolda gören herkes tabuta omuz verirdi. Bu önemli bir hemşerilik göstergesi idi. Mezarlığa kadınlar gitmezdi. O akşam toprak mevlidi denilen dualar okunurdu. Toprak mevlidine çağrı yapılmazdı herkes kendiliğinden cenaze evine giderdi. İlk Cuma ölenin helvası yapılır camide ve mahallede dağıtılırdı. Helvadan biraz bile olsa yenmesi gerekirdi. Her yiyen dua okurdu. Kırkında lokma dağıtılıp akşama mevlit okunur. Elli ikinci gününde de mevlit okunur. Tüm bu ritüellerde sokak halkı cenaze sahibine yardım eder ve destek olurdu.

ADAKLAR



Yalçın Sokak da adaklar bile güzeldi. O  zamanlar okullar tam gündü, öğleyin yemeğe  eve gelinirdi. Bazen öğle yemeğine geldiğimizde, sokağın başında bir hanım:”  Hadi çocuklar Çam tepelerde bulama var (etli pilav) alın evden kaşıkları. ”Hepimiz sevinçle  kaşıkları alır koşa koşa giderdik. Bulama  tencereyle ortaya konur, biz etrafına dizilirdik,  herkes önünden yer ortadaki etlere  uzanmazdık. Ev sahibi etleri karıştırırsa yerdik.  Bulama adaktı, ne güzel bir adak, çocuklara  adanırdı. Örneğin “oğlum askerden gelsin, bulama adadım” derdi anneler. Onun  çocuklara adandığı bilinirdi.[2]

 

KIŞ HAZIRLIKLARI

Yalçın Sokak’ta kışa hazırlıkta şunlar  yapılırdı: Kışlıklar elbirliği ile hazırlanırdı. Komşular her gün bir evde toplanır tarhana  ovulur, makarna kesilir, yemeklik zeytinler  çizilirdi. En eğlencelisi çocuklar için bulgur  yapımı idi. Her gün bir evde buğday kaynar  sokaklara serilen hasırların üzerine yayılır.   Çocukların en büyük zevki, hasırlardan avuç  avuç kaynamış buğday alıp yemekti. Buğday  kuruyunca sıra bulgur yapmaya gelmiştir. Urgancılardan değirmen taşları alınır, komşularla birlikte değirmen taşları çevrilerek  buğday öğütülür, bulgur olurdu. Artık Yalçın Sokak kışa hazırdı.  Yalçın sokakta kış geceleri de özeldi:  Zeytinler toplandıktan sonra, gece ev  gezmelerine gelirdi sıra. Gündüzden haber gönderilirdi çocuklarla.” Bir maniniz yoksa annemgiller akşam size gelecek”. Babalar  İki Oluklu’nun kahvelerine, anneler çocukları  ile ev gezmelerine giderlerdi. O yıllarda gece 12’ ye kadar yanan jeneratör aydınlatırdı  Kuşadası’nı. Bazen bozulur gaz lambaları ile idare ederdik. Her evde ocak vardı. şimdiki  şömine. Ocak yanar, ateşinde susam kavrulur,  incirler susama basılır, içine ceviz konur  misafire ikram edilirdi.



[2] Fatma Kırlı, Yalçın sokaktan anılar-2 KUYETA Yerel Tarih Dergisi Mayıs 2014 sayısı

 

AŞURE YAPIMI VE DAĞITIMI

İki oluklu Çarşısında Aşure yapımı da çok  önemli geleneklerimizden biriydi. İki oluklu  çarşısının Zahireci Cihan’ı vardı. Nohudu , buğdayı, fasulyeyi O verirdi. Bakkallar şeker, diğer aileler para verirdi aşure için. Fırının önüne 7 -8 kazan kurulur, akşam mahallenin  erkekleri toplanır, benim babam dahil, sabaha kadar aşureyi pişirirken rakı içer eğlenirlerdi. Sabah mahalle de , kabını alan çarşıya aşure almaya giderdi. O aşurenin tadını hiç  bulamadım ilerleyen yıllarda. Hala aşureyi çok severim o tadı ararım bir de kurban bayramındaki kaburga dolmasını hiç unutmadım ve hala tadı damağımdadır.

ESKİ KUŞADASI DÜĞÜNLERİ

Evlilik çağına gelen delikanlılar için çevresi ve özelikle “dünürcü” denen becerikli bayanlar kız bakarlardı. Adayların evleri ziyaret edilir, ev ortamındaki durum değerlendirilirdi. Özelikle tuvalet bahanesiyle evin tuvaletine girilir, kontrol edilirdi. Tuvaleti temiz olan aile temizliği seven ailedir denirdi. Bu arada adayın hamama gideceği gün kollanır, oğlan annesi kızı hamamda çıplak iken görmek isterdi. Kız beğenilirse dünürcü faaliyete geçer kız tarafını evliliğe razı ederdi. Oğlan tarafı belirli bir günde kız tarafını ziyaret ederdi. Bu ziyarette ailelerin büyükleri bulunurdu. Biraz hoş beşten sonra oğlan tarafının en saygın üyesi lafa girer “Allahın emri, Peygamberin kavli ile” kızı isterdi. Kızın da babası “bir düşünelim, size haber veririz” derdi. “Düşünelim” diyerek bir miktar süre istemek kız tarafının ağırlığını ve değerini artıran bir davranış olarak kabul edilirdi. Kız tarafından olumlu haber gelince aileler gene bir araya gelir, havadan sudan biraz konuşulduktan sonra; kızın babasına “cevabınız nedir” diye sorulur, o da “bu evliliği biz de uygun gördük, hayırlı olsun” der ve SÖZ KESİLİRDİ. Gelin adayı kız misafirlere kahve sunar, elindeki boş kahve tepsisiyle kenarda bir sandalyeye oturup kahvelerin içilmesini bekler, kahvesini her bitirenin önüne gider, tepsiyi uzatır boş kahve fincanını alırdı. Fincanı veren teşekkür eder, o da afiyet olsun derdi. Fincanların hepsi toplandıktan sonra kız odadan çıkar bir daha gelmezdi. Gerek kız istenirken ve gerekse söz kesilirken gelin adayı kız toplantıda bulunmazdı. Söz kesmeye gelinirken oğlan tarafı gümüş bir tabak içerisinde çikolata ve bir buket çiçek getirirdi. Söz yüzüğü âdeti yoktu. Kısa sürede nişan merasimine geçilirdi. Hanımlar kendi aralarında bir eğlence tertiplerlerdi. Erkek tarafı gelirken tepsiler içerisinde lokumlar, giysiler, aynalı tuvalet kutuları (iki adet; biri tuvalet malzemeleri diğeri parfümler) getirirlerdi. Nişan merasiminde bazen eğlence yapılır bazen yapılmazdı. Nişan yüzüğünü kıza erkeğin annesi takardı. Ayrıca bilezik kolye, beşibiryerde takılması da adettendi. Hediyelerle dolu olarak gelen tepsiler kız tarafının hediyeleri ile doldurularak geri gönderilirdi. Hediyeler içerisinde başta damada olmak üzere, annesine, babasına kardeşlerine ve dünürcüye giysiler, parfümler, çeşitli hediyeler, baklavalar, lokumlar yollanırdı. Nişanlı kalınan sürede dini bayramlarda da hediyeler gönderilmesi adettendi. Örneğin kurban bayramlarında koç gönderilirdi. Koç iyice bir boyanır, boynuzlarına iki elma saplanır, üstüne kıymetli bir kumaştan işlenmiş bir örtü örtülür alnına da bir sarı lira asılırdı. Nişanlıların birbirlerini görmelerine izin verilmezdi. Damat isterse kız tarafına bayram tebrikine giderdi. Bu tebrik ziyareti süresinde nişanlılar aile fertleri ile beraber olurlar baş başa görüşemezlerdi. Kız ve erkek tarafı düğün tarihini birlikte belirler ve hazırlıklara başlanırdı. Genellikle düğünler iki bayram isabet etmeyecek şekilde yaz sonuna doğru yapılırdı Kuşadası’nda evlilik düğünleri  günlerce sürerdi. Bir-iki günde olup bitmezdi. ‘’Çeyiz serme’’, ‘gecesi’’, ‘’gelin hamamı, ‘’nikâh’’, ‘’düğün’’, ‘’koltuk merasimi’’, ‘’gelin bakması’’ gibi safhalarla on –on beş güne uzardı. Akraba, dost ve komşuları düğüne davet edilmesi ile düğün heyecanı başlardı. Davetler okuyucu ile yapılırdı. Herkesi  tanıyan bir bayan görevlendirilir, o bayan davet edilecek kişilerin evine gider daveti sözlü olarak yapardı. Bu sözlü davete ”okuma”, görevli bayana da “okuyucu” denirdi. En meşhur okuyucu Kör Reşide idi. Davet edilen kişinin okuyucu bayana bir miktar hediye vermesi adettendi. Verilen hediyeler çağrılanın durumuna şeker, yağ, un, bulgur, sabun, para v.s. olabilirdi. Düğünden birkaç gün önce gelin evinde gelinin çeyizleri serilir konu komşu, dost ahbabın görüşüne açılırdı. Nikâhtan bir gün önce gelin hamamı yapılırdı. Gelinin ve damadın yakını olan bayanlar ile gelinin yakın arkadaşları gelinle birlikte hamama giderler neşe içinde şarkılar, türkülerle gelini yıkarlar, kendileri de paklanırlardı. Bu ahenk damat için de yapılırdı. Damat hamamında daha çok damadın arkadaşları olurdu. Ailenin büyük erkekleri hamama katılmaz gençlerle yüz göz olmak istemezlerdi. Gelin hamamının öncesinde veya sonrasında kına gecesi yapılırdı. Gelinin en yakınları ve yakın arkadaşlarının katıldığı bu gecede hem gelinin ve hem de misafirlerin ellerine ayaklarına kınalar yakılır ve küçük çapta eğlenilirdi. Genellikle Belediye binasında gündüzün nikâh kıyılır akşamı da düğün eğlencesine geçilirdi. Düğün salonuna gitmeden becerikli ablalar gelini süsler giydirirlerdi. Gelinlik beyaz olurdu. Başında bir duvağı ve duvağın sağ tarafından bir tutam gelin teli yere kadar sarkardı. Düğün eğlencesi kadınlar arasında olurdu. Bu eğlenceye erkekler katılamazdı. Düğün yeri belediye hamamıydı. Kuşadası’nda eğlence düzenlenecek daha büyük bir yer olmadığından Hacı İbrahim Camii karşısındaki Belediye Hamamı düğün yeri olurdu. Kaleiçi hamamı da zaman zaman bu amaçla kullanılırdı ama daha küçük olduğundan fazla tercih edilmezdi. Düğün eğlencesi akşamın ilk saatlerinde başlar sabahın erken saatlerine kadar sürerdi. Özelikle gelin ve damadın yakınları sabaha kadar eğlencede bulunmaya mecburdu. Düğünde kadın çalgıcı bulunması adetti. Gözü görmeyen erkek çalgıcı da olurdu. Halk arasında “Kör Hüseyin” diye bilinen Hüseyin Fırtına çok uzun yılar Kuşadası düğünlerinin çalgıcısı olmuştur. Bugün Kuşadası düğünlerini şenlendirme işini Hüseyin Fırtına’nın çocukları Tayfun ve Ali Fırtına sürdürmektedir. Düğünü bir kadın yönetirdi. Bu kadın aileler tarafından sevilen, herkesi tanıyan, şakacı birisi olurdu. Herkese laf atar, gençlere sataşır onları zorla oyuna kaldırırdı. Çünkü genç bayanlar ve kızların kendiliğinden oyuna kalkması ayıplanırdı. Oyun alanının da boş kalmaması, şenliğin ve ahengin kesintiye uğramaması da gerektiğinden yönetici bayan gençleri kollarından çeke çeke oyuna kaldırırdı. Aslında genç bayanların çoğu oyun oynamaya can atardı ve çekiştirilip kaldırılmayı beklerlerdi. Kaynana adayları da bu oyunlar sırasında gelin adaylarını gözlerine kestirirlerdi. Gece yarısından sonra “ ayak bağlama” merasimine geçilirdi. Yönetici bayan bir kuşakla misafirler arasında dolaşır gözüne kestirdiği yaşlı bir bayanın önünde durur ve elindeki kuşakla bu bayanın bir ayağını bağlar, sallamaya başlar ve “na nina nina nanina nina naninaninanom” diye bir ahenk tuttururdu. Bu ahenge misafirler de katılırlardı. Bu ayak sallama işi ayağı bağlanan kişiden hediye alınana kadar sürerdi. Hediye genellikle çerez, lokum, şeker gibi yiyecekler olurdu. Ayak bağlama seremonisi hediye alınabilecek bütün yaşlı kadınlar bitene kadar sürerdi. Toplanan hediyeler gene misafirlere dağıtılır, gecenin o saatinde acıkmış olan topluluğa can verir oyunlar için enerji toplanırdı. Düğün sabaha karşı HEYAMOLA ile biterdi. Heyamola birlikte söylenen bir şarkıydı. Bu merasim için avluya çıkılır, düğünü yöneten kadın eline uzun bir sopa alır, sopanın ucunda gelinin kaynanasının şalvarını bağlar ve ateşe verirdi. Yanan şalvarı misafirlerin üzerine savururken “heyamola ”nın bir beytini makamıyla söyler bütün misafirler de makamıyla “Heyamol, Heyamol” diyerek nakaratını söylerlerdi. Hatırlayabildiğim kısımları şöyleydi  “Ali Ali Kaptan şapkası otta Heyamooool, heyamooool Heyamol deyin âşıklar Heyamooool, Heyamooool “. Böylece devam ederdi. Heyamolun sonunda düğün dağılırdı. Öğleye kadar dinlenilir sonra kız evine geçilir, damadın gelip gelini alması beklenirdi. Gelinin kız evinden alınması “Koltuk Merasimi” ile olurdu. Ayrıca bel bağlama merasimi de vardı. Öğleden sonra saat 2–3 civarında damat gelince evin üst katına alınırdı. Çünkü gelin damadı üst katta beklerdi.[3]  Damat gelmeden önce baba gelinin beline bir kırmızı kuşak bağlar, bu sırada nasihat ve hayırdua ederdi. Bu merasimin anlamı: babanın kızına baba evinden çıkıp kendi evine gidebilme yetkisi vermesi idi. Misafirler alt katta toplanırlardı. Gelin damadın koluna girer merdivenden öylece aşağı inerlerdi. Merdivenden kol kola aşağı inişi seyretmek çok hoşa gider, dualar, güzel laf atmalar, maşallahlar, şen şakrak bağrışmalar olurdu. Evin kapısından çıkarken gelinin ayakkabısının altına geç kızlar isimlerini yazarlar tez zamanda kısmetlerinin çıkmasını dilerlerdi. Kapıda damadın getirdiği güzel ve süslü bir araba bekler, arabaya binilirken damat havaya şeker ve bozuk para atardı. Atılan bu paradan kapabilmek için epeyi bir itiş kakış olurken araba hareket ederdi. Amma fazla gidemezdi. İlk köşe başında mahallenin delikanlıları tarafından önü kesilirdi. Arabanın yola devam edebilmesi için damadın bahşiş vermesi adettendi. Yeni evlilerin evine gitmeye çalışan arabanın önü defalarca kesilir, zar zor eve ulaşılırdı. Gelinin yakını olan güngörmüş bir iki bayan evde beklerdi. Damat gelini eve bırakır arkadaşları ile eğlenmeye giderdi. Akşamın belli bir saatinde arkadaşları damadı eve getirir, sırtını yumruklayarak evin kapısından içeri sokarlardı. Gelin, yüzünde duvağı, üstünde gelinliği ile yatak odasında beklerdi. Damat gelinin duvağını açmak için kıymetli bir hediye vermesi gerekirdi. Yoksa gelin yüzünü göstermezdi. Bu hediyeye “yüz görümlülüğü” denirdi. Ertesi günden itibaren tüm konu-komşu yeni gelinin evini ziyarete gelirlerdi. Ziyaretin saati yoktu. Sabahtan başlar akşama kadar sürerdi. Buna “Gelin Bakması” denirdi ve bir hafta sürerdi. Bu bir hafta sürede gelin üzerinde gelinliği ile odanın veya varsa salonun ortasında bir sandalyeye otururdu. Ziyaretçiler de çepeçevre otururlar gelini seyrederlerdi. Gelinle sohbet edilmez sadece hatırı sorulur, gelin de kısa cevaplar verirdi. Yeni gelenlere şeker tutma dışında yapacak bir görevi olmayan gelin onca kişinin bakışları altında kendini düzenli tutmaya çalışarak kıpırdamadan otururdu. Buna süzülme denirdi. Dalgın bir şekilde duran kişiye “Gelin gibi süzülme” denmesi buradan gelmiş olsa gerektir. Yedi günün sonunda artık düğün bitmiş oluyorsa da, gelin eve yeni gelin gelinceye kadar hep gelin olarak anılırdı.



[3] Mustafa Dinçoğlu, Eski Kuşadası Düğünleri, KUYETA Yerel Tarih Dergisi Mart 2014 sayısı

SOKAKTAKİ TATLAR



Kuşadası’nda ellili yıllar ve  sonrasında yaşayıp geçimlerini seyyar satıcılıkla sağlayan ve herkesin gönlünde iz bırakanlar.

YUSUF BEREKET-SALEPÇİ DEDE

Eğer asıl ismi ile yani Yusuf Bereket diye sorsaydınız, onu kimse tanıyamazdı. Herkes onu salepçi dede olarak bilirdi. Rodos göçmeni olan dede, 1902 yılında Rodos Adasında doğmuş, 1986 yılında Kuşadası’nda vefat etmiştir. Kuşadası bandosunun şefi Halil Bereket’in amcasının oğlu idi.1950’li yıllarda Kervansarayın karşı köşesinde bulunan (eski belediye altı) Çakıcının kahvesinde ocakçı olarak çalışırdı. Daha sonra kendi işini kurmak istedi. Eli yatkındı. Çok güzel aşure yapıyordu. Kendi evinde pişirdiği yaptığı aşureleri bir tepsi içinde çarşıya getirir ve satardı. Aşureyi tadanların yüz ifadeleri bu işin tuttuğunun ilk işaretiydi. Dede, kısa süre sonra kendisine camlı bir el tablası yaptırdı ve yıllar boyu sürecek işinin yaz etabını böylece başlatmış oldu. Evet, yaz etabı diyorum, çünkü kışın aşure pek tutmazdı. O zaman kış etabı da yine kendisinin yaptığı nefis salepti.(biz Kuşadalılar ona şalep diyorduk.)Şimdi birçok yerde hazır paket olarak satılan salebi, dede hakiki kök  salepten öğütülmüş toz salepten yapardı, pek de güzel içimi olurdu. Kuşadası halkı çok uzun yıllar dedenin aşuresini yedi, soğuk kış gecelerinde salebini yudumladı.O günleri yaşayan bizler o tatları hiç unutmadık.

HÜSNÜ YAVAŞ (namı diğer ÇIRAK HÜSNÜ)-ŞAMBALİCİ

Bölgenin en lezzetli şambalisini evinde imal eder, her gün öğleden sonra şambali tepsisiyle satışa çıkardı. Bu tatlının müdavimleri dört gözle çırak Hüsnü’nün yolunu gözlerdi. Günümüzde o lezzeti bulmak mümkün değil

GENÇ OSMAN –MACUNCU

Genç Osman da sabah evinde hazırladığı rengarenk macunları sekiz gözlü tablasına yerleştirir, orta gözüne de hayıt dallarından kestiği kurşun kalem boyutundaki çubukları koyardı. Sonra ver elini sokaklar. Her sokak başında kendisini bekleyen çocuklar olurdu. Genç Osman çocuklar ve büyükler tarafından çok sevilirdi. Çünkü herkesin dilinden anlardı. Satış başladığında çocuklar sıraya girer hem Genç Osman’ı dinler hem de onun hayıt çubuklarına maharetle sardığı rengarenk macunu bir an önce yalamak için sabırsızlanırlardı.

AHMET AMCA-ŞEKERCİ

Tek sermayesi elde taşınan camekân idi. O da diğerleri gibi satacağı ürünleri evinde hazırlardı. Susam – fıstık – badem- ceviz-ve şeker kullandığı malzemelerdi. Ballı susam, adem ezmesi, ballı fıstık ve de ceviz ezmesi. Kuşadası’nda Ahmet amcanın tatlılarından tatmayan yoktur. Her gün öğleden sonra satışa çıkar, ürünleri bir-iki saat İçinde tükenirdi.

CAFER GÜNDEM-NOHUTÇU

Nohutları evinde kavurur sıcak sıcak satışa sunardı. Çarşıdan geçerken mis gibi koktuğu için hepimizin canı çeker ,ceplerimizi nohutla doldururduk.

ELLE ELLEVE ADİL AMCA-FISTIKÇI

Adil amca fıstık satardı. O da sıcak sıcak sattığı için şöyle müşteri çekerdi. ‘’HADİ ELLE ELLEVE, ELLE ELLEVE’’ Hani gelin elleyin de  sıcaklığını görün.

LAMİ ŞENGÜ-KORUK ŞERBETÇİSİ

Agora Meyhanesinin sahibi Şenol'un babası Lami amca koruk şerbeti satardı. Her Cuma günü o sıcak yaz günlerinde buz gibi koruk şerbetini hazırlar ve satışa sunardı. Yaz günlerinin en iyi serinleticisi olan koruk şerbetinden içmeden kimse evine dönmezdi.[4]

Kaynakça

Dinçoğlu, M. (2014, Mart). Eski Kuşadası Düğünleri. Kuyeta Kuşadası Yerel Tarih Dergisi.

Kireç, A. (2012, Mart). Sokaktaki tatlar. Kuyeta Kuşadası Yerel Tarih Dergisi.

Kırlı, F. (2013, Aralık). Bizim sokağımızdı Yalçın sokak. Kuyeta Kuşadası Yerel Tarih Dergisi.

Kırlı, F. (2014, Mayıs). Yalçın sokaktan anılar-2. Kuyeta Kuşadası Yerel Tarih Dergisi.

 



[4] Ahmet Kireç, Sokaktaki tatlar, KUYETA Yerel Tarih Dergisi Mart 2012 sayısı

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi3
Bugün Toplam208
Toplam Ziyaret349573
Köşe Yazıları
Hava Durumu