• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Site Menüsü
Site Haritası

Kuşadası Üzüm Helvası



KUŞADASI ÜZÜM HELVASI NASIL YOK OLDU ?

 

                                
Devlet Arşivlerinde Kuşadası’na ait Osmanlıca evrakları incelerken hayrete düştüğümüz durumlardan biri de “ Kuşadası Üzüm Helvası “hakkında çok sayıda belge ile karşılaşmamızdı. Bu belgelerde; 19.yy Kuşadası’nın en önemli gelirinin kentte imal edilen helvanın özel kutularda hem İstanbul’a hem de yurt dışına ihraç edilen “ üzüm helvası”  olmasıydı. Bu belgeleri arşivimize aldıktan sonra 19 yy Kuşadası’nda imal edilen ticaret mallarının ve ihraç-ithal edilen gıda ürünlerinin neler olduğunu araştırmaya başladık. 19.yy daki Kuşadası ticaret hayatı ile ilgili literatür taraması yapmaya başlayınca da merakımız daha da arttı.  Bir süre sonra anladık ki Kuşadası’nın üzüm helvası bir zamanlar dünyaca tanınan bir ürün imiş.  Peki bu meşhur üzüm helvası neden günümüzde üretilmiyor, kimse bu helvanın nasıl yapıldığını bilmiyor ve nasıl birdenbire yok olup gitti? 

                      
Helva”  ; her Türk’ün çok sevdiği,  evlerimizde mutlaka bir-iki çeşidi pişirilen, yüzlerce efsaneye konu olan ve Türk kültüründe müstesna yeri olan bir tatlıdır. Asırlardır insanımız helvayı sever,  evinde pişirir, önemli ve özel günlerde sevap kazanmak amacıyla eşe-dosta, herkese ikram olarak dağıtır. “ Aşure” den  sonra Türk mutfağının ikinci gözde tatlısıdır diyebiliriz. Osmanlı sarayının mutfağı olan “ matbah-ı amire “ de onlarca çeşidi yapılan ve “ helvacıyan-ı hassa “  adlı özel bölükte sultana ve saray mensuplarına helva pişiren özel aşçılar vardı.

                          
Helva”, şeker, yağ, un veya irmikle yapılan tatlıdır. Arapça “tatlı” anlamı taşıyan “ hulv” kelimesinden türediği söylenir. Evliya Çelebi Seyahatnamesi ve Osmanlı mutfak kültürünü aktaran kaynaklara bakıldığında[1]her çeşit unlu/ nişastalı, yağlı, ballı ya da şekerli tatlı” için “helva” nın kullanıldığı görülmektedir. İslam öncesi Türk mutfağında helva yoktur. Türkler, Müslümanlıkla birlikte “ balı, pekmezi, şekeri ve bunlardan üretilen her türlü yiyeceği vazgeçilmez bir gıda olarak görmüşlerdir. Helva, Türk mutfağına Arap mutfağından girmiştir. Helvanın ilk olarak Orta Doğu, Anadolu ve Balkan ülkelerinde yapıldığı bilinmektedir. Ağırlıklı olarak ta”  Türk, Arap ve Yahudi “ toplumlarının ikamet ettikleri bölgelerde pişirilir.

                       
Helvanın Türk mutfağında önemli bir tatlı olarak yer almasında “ Ahi” esnaf teşkilatının ve bu kurumun daha sonraki bir nevi resmi tarikatı olan “ Bektaşilik “ tarikatının büyük  emeği vardır. 
“ Ahilik”,  kurumsal ilişkiler yanında inanç motifleri ve merasim erkân ve adabı açısından da daha sonra Bektaşiliği oluşturacak zümreleri etkilemiş, onlara örnek model olmuştur.[2] Osmanlı’nın imparatorluk sürecine girdiği 15. asrın ikinci yarısından itibaren Ahilik, meslek loncalarına dönüştüğünde bünyesinde bulunan fütüvvet geleneği ile ilgili bazı unsurlar, Bektaşilik tarafından devam ettirilmiştir. Bektaşi tekkesinde “ helva yeme geleneği”  de Bektaşilere Ahilikten gelen bir âdet durumundadır.

                          

Bektaşiler; helva yeme geleneğini tarikat ritüelleri içinde o kadar çok benimsemişler ve kullanmışlar ki “  İntisap törenlerinde muhib ayininden sonra, yeni müridin getirdiği kurbanın pişirilen eti ile helva ikramı, tekkede[3] oldukça sık görülen bir uygulama şeklidir. Doğum, yeni doğan çocuğa ad koyma ve cenaze törenlerinde de helva ikramı Bektaşi kültüründe yaygın bir uygulamadır “.  Bu gelenek Türk toplumu tarafından büyük kabul görmüş ve yüzyıllardır Anadolu ve Balkan coğrafyasında devam ettirilmektedir.

                         
Osmanlı devletinde helvanın nasıl yapıldığını, çeşitli tariflerinin neler olduğunu,  hangi yörelerin helvaları ile ün yaptığını, toplumda taşıdığını sembolik değerini ve Osmanlı milletlerinin hepsinden nasıl kabul gördüğünü bize Evliya Çelebi anlatmaktadır. Ünlü seyyahımız seyahatnamesinde  “ Güzelhisar,[4] Basra, Mısır ve Hama helvalarını “,  “ Kaygusuz Abdal’ın Zülbiye helvasını ve helvahanelerdeki helva sohbetlerini”  yine abartılı lisanı ve tatlı diliyle ballandırarak anlatmaktadır. Burada sanırım dikkatinizi o dönemde “ Güzelhisar “ yani Aydın çekmiştir.

                      
Osmanlı döneminde ise helvanın onlarca çeşidi saray mutfağında “ Helvacıyan-ı hassa “ adı verilen özel aşçı bölüğü tarafından pişirilir önce hünkâra, sonra harem, enderun başta olmak üzere saray mensuplarına ikram edilir ve hatta saray dışında ikamet eden Osmanlı yüksek bürokratlarına da gönderilirdi. Osmanlı’da uzun kış gecelerinde bir toplantı ve sohbet vesilesiydi. Devrin zarif kübera konaklarında toplanılır, ilimden, sanattan, edebiyattan uzun bahisler açılarak arada çeşitli nefis helvalar yenilirdi. Bu toplantılara “ Helva Sohbeti[5]denilirdi. Her konağın kendisine mahsus bir helvası vardı. “ “ III. Ahmed “ zamanında ve Nevşehirli Damat İbrahim Paşa” nın sadrazamlığı sırasında yani meşhur “ Lâle Devrinde” , onun konağında çok kere Padişahın da katıldığı Helva Sohbetleri özellikle nâm almıştı. Buraya “ gözde devlet ricali, meşhur âlimler, şairler, sanatkârlar “ da davet edilerek şereflendirilirlerdi.

                             
Yine lale devrindeki helva sohbetlerini anlatan bir başka kaynakta ise, lale devrinin bir nevi “zevk ü sefa” devri olduğu, 1718-1730 yılları arasında olan bu dönemde helva sohbetlerinin önemi, şiir meclislerine ve musiki sohbetlerinin vazgeçilmez bir öznesi olduğu şöyle anlatılmaktadır. “  İstanbul’da, kış gecelerinde, zenginler ve devlet ileri gelenleri, hamamlarda, konaklarda, helva sohbetleri düzenlermiş.[6] Bu ziyafetlerde helva yenilir, eğlenilir, hoşça vakit geçirilirmiş. Buraya âlimler, şairler, sanatkârlar davet edilir; musikişinaslar, hanendeler, meclisi şenlendirirmiş. İlmî, edebî sohbetler yapılır, musiki faslına geçilir; arada nefis helvalar yenirmiş… O günün insanları ağızlarının tadını biliyor, sohbetin keyfini çıkarıyorlarmış. “ Kâmlar sohbet-i halvâ ile şîrîn olsun.” Lale Devri’nin ünlü şairi Nedim, laleyi bir iki gün anmayalım hele, helva sohbetiyle damağımız tatlansın diyor. “

                  
Ülkemizin önemli tarihçilerinden Mithad Sertoğlu helva sohbetleri adlı yazısında Osmanlı toplumunda gerek saray ve yüksek bürokrasi çevresinde, gerekse Osmanlı toplumun diğer katmanlarında pişirilen helva çeşitlerini isimleri ve bazılarının hikâyeleri ile şöyle anlatmaktadır.   “ Gaziler Helvası, Memnûniye, İrmik Helvası, Helvây-ı Hâkanî, Cem Sultan Helvası, Keten Helvası, Ayva Helvası, Hersûde, Acı Helva, Kabak Helvası[7] ve Karsanbaç'dır. Bunlar, evlerde hazırlanan helvalardı. Bunun dışında, yani evlerde değil de dükkânlarda veya kendi özel imalâthanelerinde hazırlanıp satılanlarsa Tahin Helvası, Koz Helvası, Kâğıt Helvası, Yaz Helvası gibi çeşitlerdi. Gaziler Helvası unu fazlaca kavrulmuş ve şekeri çokça konulmuş bir cins helvaydı. Osmanlılar devrinde Rumeli yönüne sefere çıkılacaksa ordu Davud Paşa çayırında, Anadolu yönüne çıkılacaksa Haydar Paşa çayırında toplanır ve harekete geçeceği zaman bu helva pişirilip askere dağıtılırdı. Gaziler Helvası adı da bundan gelmektedir. Ordu gittiği yerde savaştıktan sonra geri döneceği zaman askere yine Gaziler Helvası verilirdi. Ancak bunun için ordunun bir zafer kazanmış olması şarttı. Yoksa yenilmiş bir ordu için Gaziler Helvası pişmezdi. Bu gelenek Yeniçeri Ocağının 1826 yılında kaldırılışına kadar sürmüş, sonra terkedilmiş ve unutulmuştur.”

    “ İrmik Helvası” da Anadolu’da çok yapılan bir helva türüdür. Un yerine İrmik kullanılır, fıstıkla birlikte yağda kavrulur ve şerbet eklenerek dökülürdü. Bu helva “ sünnet, düğün, cenaze, kırk mevlitlerde, yeni doğan çocuklarda “ pişirilir, kesilen kurban etleriyle birlikte konu-komşu-akraba ile birlikte herkese ikram edilirdi.Helva “ Türk kültürünün önemli ögelerinden biridir ve yüzlerce efsanenin de odak noktasıdır. Efsaneler; Türk toplumunun değer yargılarını, inançlarını ve ahlaki değerlerini içinde barındıran sözlü ifadelerdir. Yurdumuzun her bir yöresinde menkıbeleri anlatılan mutlaka bir ya “ helvacı dede “ ya da “ helvacı bacı “ türbesi vardır. O yörenin insanları bu türbelere veya yatırlara giderek dileklerini anlatırlar ve niyazlarda bulunurlar. Dilekleri gerçekleşince de mutlaka ziyaretçilere pişirdikleri veya satın aldıkları helvaları “ şükran ifadesi “  olarak dağıtırlar. Bu türbeler veya yatırlar Türk toplumunun bir nevi “ ruhi tedavi merkezleri-psikolojik rehabilite istasyonları ” dır. Anadolu’da onlarca örneği bulunan  “ Helvacı bacılar ” dan birisi  “ Acele Bacı “ olarak ta bilinen  Bursa Osmangazi’de türbesi her yıl binlerce kişi tarafından ziyaret edilen helvacı bacıdır.

                             
Bulgaristan’ın Filibe kasabasından Bursa’ya geldiği rivayet edilen Helvacı Bacı keramet gösteren Bursa evliyaları arasında yer almaktadır. Hakkında çok az bilgi bulunan Helvacı Bacı’nın mezarı, Tahtakale Veziri caddesinde, Pınarbaşı mezarlığına doğru çıkarken solda bulunan Helvacıoğlu Mescidi önündedir. Efsaneye göre “  Helvacı Bacı,[8] Hacı Sevinç Mescidi ’ni yaptıran tüccarın evinde hizmetçidir. Mescid, inşaat halinde iken tüccar hacca gider. Bir gün tüccarın eşi evde helva pişirirken hizmetçi kıza, efendim helvayı çok severdi, der. Bu söz üzerine, hizmetçi kız eline bir tabak alıp içine bir miktar helva koyduktan sonra, ağız tadıyla bu helvayı yesin,  der ve tüccarın eşine verir. Bu durumu gören kadın şaşırır ve hizmetçi kıza ne yaptığını sorar. Tüccarın, hacdan dönüşünde hizmetçi kızın helva koyduğu o tabak, eşyaları arasından çıkar. Bu durum, hizmetçi kızın kerameti olarak görülür ve bu olaydan sonra “Helvacı Bacı” olarak anılmaya başlanır”. Vefat ettiğinde Hacı Sevinç Mescidi ’nin batısına defnedilmiştir

                          
Kuşadası “ Üzüm Helvası” nın bir zamanlar dünyaca meşhur olduğunu,  19. yy da faaliyet gösteren yüz otuzun üzerinde helvahanenin bulunduğunu ve kentimizin gelir kaynakları arasında helvanın önemli bir yeri olduğunu biliyor musunuz?  Kuşadası 16.yy da “ Gelibolu, Gazi Antep, Lâpseki ve Tokat “ şehirleriyle birlikte önemli pekmez merkezlerinden biridir ve İstanbul’a pekmez göndermektedir. Bir ara Kuşadası pekmezine olan talep fazla olunca, buradaki üreticiler pekmezin kalitesini bozmuşlar ve bu durum İstanbul tarafından hoş karşılanmamıştır. 22 Ağustos 1568 tarihli divan-ı humayun’da alınan 1975 sayılı karar[9] ile zamanın Kuşadası kadısına ferman gönderilerek üreticiler sertçe ikaz edilmiş ve üzüm pekmezinin nasıl yapılacağı fermanla tarif edilmişti. Bu ikaz üzerine tekrar kaliteli Kuşadası üzüm pekmezi üretilmeye devam edilmişti. 

                           
Kuşadası’nın kent olarak iskâna açılması 1612-1620 yılları arasında başlamış, 1630-1650 yıllarında kent gelişmiş ve nüfusu artmış, 17-18. asırlarda ise Batı Anadolu bölgesinin önemli iki ithalat-ihracat merkezlerinden biri olmuştu. Kuşadası limanından hem yurt içine, hem de yurt dışına ihraç edilen gıda ürünleri arasında pekmezden imal edilen “ üzüm helvası da önemli bir yer tutmaktadır. Daire şeklindeki “ özel imalat kutular “ içerisinde bilhassa Avrupa ve Amerika ülkelerine ihraç edilen üzüm helvası çok rağbet görmektedir. Kentte; helvacılar yanında bu ürünü paketleyen “ kutucular  “ da önemli bir esnaf gurubudur.

                        
Osmanlı devlet arşivlerinden temin ettiğimiz 27 Ekim 1843[10] tarihli belgede Kuşadası’nda sadece üzüm helvası değil ayni zamanda “ tahin (susam) “ helvası da imal edilmektedir. Bu durum zamanla suistimal edilmiş ve hatta helva üreticileri yurt içine ve yurt dışına sattıkları tahin helvalarını üzüm helvası diye göstererek hazineyi zarara uğratmışlardır. O tarihlerde Kuşadası helvacı esnafı susamı (sisam)  düşük vergi ile Yunanistan’ın “ Sisam”  adasından getirttirmekte, tahin helvası imal edip, dışarıya üzüm helvası diye ihraç etmektedir. Osmanlı devleti Kuşadası’nda imal edilip satılan helvadan yurt içine gönderilirse “  % 9 Amediye  “, yurt dışına gönderilirse “ % 5 Reftiye “ adlı vergi ücretleri almaktadır.

                         
Bu sahtekârlık tespit edilmiş ve durum devlet tarafından “ İzmir valisine ”  ve “ Kuşadası kaymakamına “ yazılı olarak bildirilmekte ve vergi kaybının önlenmesi istenmektedir. Belgenin tam tercümesi şu şekildedir; “   Aydın valisine ve İzmir kaymakamına; Kuşadası’nda bulunan helvacı ve yağcı esnafının dışarıdan getirdikleri hammadde ile imal ettikleri Sisam resmi gümrük tarifesi esaslarına tabidir.  Fakat adı geçen esnaflar bu kur ve kurallara uymayarak Sisam ile tahin helvası yapıp başka yere ihraç ederiz ve Sisam gümrüğü veririz diyerek çeşitli hilelerle daha az vergi vererek hazineyi zarara uğratmışlar ve vergi kaybına neden olmuşlardır. İzmir kaymakamı Mahmut beyefendi tarafından belirtildiğine göre aslında helvada kullanılan malzeme Anadolu’da yetişen üzümlerden yapılmaktadır ancak bu gizlenerek daha az gümrük vergisi ödemek yoluyla hazine zarara uğratılmaktadır.  Bu nedenle Kuşadası’nda imal edilen helvadan % 9 amediye (Osmanlı sınırları içerisinde şehirlerarası yollanan mallardan alınan vergiler )   ve % 5 reftiye ( yurt dışına ihraç edilen mallardan alınan vergi) alınması hususunda her türlü emir ve yetki padişahlık makamınındır. Fi Şevval 1295 / 27 Ekim 1843”

                          
1843 yılında tespit edilen bu vergi kaybının önüne geçilip-geçilmediğini tam olarak bilemiyoruz. Zira Kuşadası bu dönemden itibaren çok karışık ve buhranlı bir döneme girecek ve “ devlet-i Aliye “nin esnaflar üzerindeki kontrolü her geçen gün daha da azalacaktır.  19. yy önemli devlet kayıtları Osmanlı salnameleridir. Salnamelerde belirtildiğine göre bu asrın sonlarına doğru helva üretimi çok artmış ve artık dünyaca tanınmaktadır. 1883-84 yılı salnamesine göre Kuşadası civarında “ hububat, üzüm ve zeytin “ ekili alanların toplamı 200.000[11] dönümdür.  Bunun üçte birinin üzüm bağları olduğunu düşünürseniz yaklaşık 70.000 dönüm alanda üzüm yetiştirilmektedir. 1893-94 yılında ise bu bağlardan elde edilen üzümlerden yapılan helvanın “ 1.300.000 kg “ ihraç edilmiştir.

                        
Bu meblağın 300.000 kg yurt içine, 1.000.000 kg yurt dışına satılmıştır. Rakamlardan anlaşılacağı üzere Kuşadası helvası hem kente büyük katma değer yaratmakta, hem de devlete yüksek  miktarda vergi geliri göndermektedir. Bu durum bir sene sonra neredeyse yarı yarıya düştü. 1895-96 yıllarında üzüm bağları “ filoksera[12] “ hastalığına maruz kalmış ve “ 20.000 dönüm”  bağ harap olmuştu.  O yıl helva üretim ise “ 506.208 kg “ düşmüştü. Bunun üzerine Amerika’dan getirilen asma çubukları ile Kuşadası bağlarının bir bölümü yeniden kurulmuştu.

                       
Kuşadası helva üretimindeki hız 20. yy başlarında da devam etti. 1320 /1903[13] salnamesine göre üzüm ve tahinden üretilen helva imalatı devam etmektedir ancak tahin helvası imalatı daha fazladır. O yılın rakamlarına göre 136 tane “ helvahane “ Kuşadası’nda faaliyet göstermektedir. 1908-1918 yılları arasında kentimizde helvahane sayısı giderek düşmüştür. “Balkan bozgunu, Çanakkale harbi ve muhacir göçleri “ ile kent zor durumda kalmış ve çok sıkıntılı bir döneme girilmiştir. Kuşadası’nın ticari kapasitesi neredeyse yok olma noktasına gelmiştir. 1918-1923 dönemi ise tam anlamıyla İtalyan ve Yunan işgalleri ile “ varoluş-yokoluş “ mücadelesidir. 

                          
Cumhuriyetin ilanından sonra kentimizde helva imalatı devam etmiştir ancak 1930-40 yıllarından itibaren helvahane sayısı parmakla sayılacak kadar azalmıştır. Sanırım son helvahanelerde varlıklarını 2. Dünya savaşından sonra kaybettiler. Bu kayıpta; “susam üretiminin çok az oluşu, üzüm bağlarının sökülüp yerlerine zeytin ağaçlarının dikilmesi, tütüncülüğün iyi para etmesi “ gibi nedenler galiba Kuşadası helvasını ortadan kaldırdı. Kuşadası üzüm ve tahin helvalarının nasıl yapıldığını ve tariflerinin nasıl olduğunu bilen “ hünerli ve tarihi Kuşadası helvacıları  “ bugün maalesef yok.

                         
 Kentimizin kültürü ve tarihi konusunda gerçekten güzel ve önemli araştırma yazılarına yer veren, Kuşadası’nın ve bölgenin tek yerel tarih dergisi “ Kuşadası Yerel Tarih Dergisi” nde yer alan bir sözlü tarih çalışmasında ilçemiz sakinlerinden “ Cafer Sadık Arıcıoğlu “ amcamız Kuşadası üzüm ve tahin helvalarını, helvahanelerin yerini, helva dükkanlarını ve helvacı esnafını şöyle anlatmaktadır :

                         
Helvahaneler bugünkü Ziraat Bankası’nın karşısında postanenin olduğu bölümdeydi. Orası bir meydanlıktı ve o meydanda kocaman bir helvahane vardı. Benim hatırladığım bir helvahane ise Ali Sarıoğlu’nun helvahanesiydi. Helvacılar;[14] büyük bir yaygının (örtünün) üzerine susam dökerler, bu örtüyü köşelerinden bağlayıp asarlar, dört köşede bulunan her bir işçi ellerinde tahta tokmaklarla Hağ-Hiğ sesleri arasında susam döverler yani helva yaparlardı. Tokmakları dik vururlar ve çırpar gibi döverlerdi susamı. Biz çocuklar ise yoldan geçerken bu durumu gördüğümüzde hemen bize seslenirler, Gelin bakem, gelin bakem diyerek yumruk gibi tahan (tahin)  helvası dilimleri keserler ve bize ikram ederlerdi. Helvayı bize verdikten sonra hadi bakem yiyerek gidin ve çok çalışıveren gari diyerek bizi gönderirlerdi. Hatırlayabildiğim helva ustalarından Hamit Yörük amca vardı. İri yarı bir adam olan Hamit Yörük’ün dükkânı kale kapısının yanındaydı.

                         
Helvacı Ziya, helvacı Hasan ağa diğer bilinen helvacılardı. Helvacı Ziya üzüm helvası yapardı. Üzüm helvası ; kahverengimsi  su tesisatçılarının kullandığı kendire benzeyen, uzun salkım veya zincir gibi şekli olan, kopardığında şıkır şıkır ses çıkaran çok lezzetli bir helvaydı. Yemelere doyulmaz bir tadı vardı. Kuşadası’nda eskiden her taraf üzüm bağı imiş ve helva bu bağlardan elde edilen üzümlerden yapılırmış. Kutucular; ise kalbur büyüklüğünde ve şeklinde, yuvarlak tahta kutu üretirler, üzüm helvalarını bu kutuların içine kadayıf gibi koyarlar, ağzını kapatırlar ve öyle satarlardı. Kale kapısından hanım camisine kadar uzanan yolda helvacılar, kutucular, tahmisçiler, vb. çok sayıda esnafın dükkânı vardı. “

                              

Cafer Sadık Arıcıoğlu amcamız; Kuşadası üzüm helvasının renginin kahverengi olduğunu, görüntüsünün su tesisatçıların kullandığı kendire benzediğini, şeklinin ise üzüm salkımı gibi olduğunu ve tadının enfes olduğunu anlatıyor. Elbette 7-8 yaşlarında bir çocukken aklında kalanları çok güzel yansıtıyor. Allah gani gani rahmet etsin ve nurlarda yatsın. Tahin helvasının da yapılış şeklini gözümüzde canlandırdı ancak “ üzüm helvası” nın tarifini ve nasıl yapıldığını bilemedi.

                          
Bizim de çok merak ettiğimiz ve başlıkta sorduğumuz can alıcı soru şu  “ Kuşadası üzüm helvası nasıl yok oldu? “ Bir kent düşünün yaklaşık iki asırdan fazla bir süre “ helva imalatı “ ile geçinsin, yaptığı helvalar ta Amerika’dan-Rusya’ya kadar sipariş alsın, yıllarca Venedik, İngiliz ve Fransız gemileri Avrupa’ya yuvarlak kutular içinde  “ kendir “ e benzeyen kahverengimsi üzüm helvası taşısın ve Kuşadası’nda bugün 100-150 yıllık bir “ helvahane” olmasın? Hatta bu enfes Türk tatlısını satan bir “helvacı “ dükkânı ve bu nefis helvayı yapacak “ usta “ bile bulunmasın. Düşünüyorum da  bu mübarek ecdada öte dünyada nasıl hesap vereceğiz ey Kuşadası ahalisi?  Turizm adına tarihi  yok etmenin bedeli çok ağır olmuş.

------------------------------------------------------------------------------------------

                   

Kaynakça

 

BOA. (3 Şevval 1259). CML 00526,21526 001. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri.

Cansız, M. (2014 Cilt 36 Sayı 747). Helva Sohbeti. Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi, 43-44.

Çolak, F. (2001). Salnamelerde Kuşadası . Geçmişten Geleceğe Kuşadası Sempozyumu I (s. 227). İzmir: Meta Basım .

Eskin, Ş. (2008 Haziran ). Cafer Sadık Arıcıoğlu ile Söyleşi. Kuyeta, Kuşadası Yerel Tarih Dergisi, 11.

Gül Yılmaz, S. A. (2019 cilt 3 sayı 3). Osmanlı'dan Günümüze Helvalar ve Helva-i Gazinin Gastronomik Değeri. Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Seyahat Araştırmaları Dergisi, 462-469.

Gündüzöz, G. (2012). Bektaşi Kültüründe Yemek Motifi. Samsun: 19 Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi.

Kollektif. (1999). 7 Numaralı Mühhime Defteri. Ankara: Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürülüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı.

Sertoğlu, M. (2020, Nisan 15). Helva Sohbeti. Milli Kültür: www.earsiv.sehir.edu.tr adresinden alınmıştır

Seval Kasımoğlu, Ş. B. (2019 Cilt 25 sayı 100). Efsanevi Bir Kadın Ermiş ve Acele Bacı helvası Ritüeli. Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi Folklor Edebiyat Dergisi, 944-945.

Yeneroğlu, E. (2001). Aydın Vilayeti Salnamelerinde Kuşadası. Geçmişten Geleceğe Kuşadası Sempozyumu I (s. 222-224). İzmir: Meta Basım .

[1] Gül Yılmaz- Sinem Akman, Osmanlıdan Günümüze Helvalar ve Helva-i Gazi’nin Gastronomik Değeri,  Çanakkale On Sekiz Mart Üniversitesi Seyahat Araştırmaları Dergisi, Çanakkale 2019, Cilt 3 Sayı 3 s 462-469

[2] Güldane Gündüzöz, Bektaşi Kültüründe Yemek Motifi, On Dokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Samsun, 2012,  s 208

[3] Güldane Gündüzöz, Bektaşi Kültüründe Yemek Motifi, s 209

[4] Güldane Gündüzöz, Bektaşi Kültüründe Yemek Motifi, s 211

[5] Mithad Sertoğlu, Helva Sohbeti, Milli Kültür http://earsiv.sehir.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/11498/3296/001502683006.pdf?sequence=3.eri şim tarihi 15.04.2020 

[6] Mustafa Cansız, Helva Sohbeti, Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi, yıl 2014, Cilt 36, sayı 747, s 43-44

[7] Mithad Sertoğlu, Helva Sohbeti, Milli Kültür,

[8] Seval Kasımoğlu-Şule Berber, Efsanevi Bir Kadın Ermiş ve Acele Bacı Helvası Ritueli, Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi Folklor Edebiyat Dergisi, Ankara 2019, Cilt 25, sayı 100, s 944-945

[9] 7 Numaralı Mühimme Defteri, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, Yayın no 37, Divan-ı Hümayun Sicilleri dizisi 5,  Ankara,1999 , 1567-1569

[10] BOA,  CML, 00526,  21526 001,  3 Şevval 1259 / 27 Ekim 1843

[11] Elif Yeneroğlu, Aydın Vilayeti Salnamelerinde Kuşadası Kazası, Geçmişten Geleceğe Kuşadası Sempozyumu 1, Meta basım, 2001 İzmir, s 222

[12] Elif Yeneroğlu, Aydın Vilayeti Salnamelerinde Kuşadası Kazası, s 223

[13] Filiz Çolak , Salnamelerde Kuşadası,  Geçmişten Geleceğe Kuşadası Sempozyumu 1, Meta basım,  2001 İzmir, s 227

[14] Şenol Eskin,  Cafer Sadık Arıcıoğlu ile Söyleyişi, KUYETA Yerel Tarih Dergisi, Yıl Haziran 2008, sayı 7, s 11



Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi2
Bugün Toplam298
Toplam Ziyaret353319
Köşe Yazıları
Hava Durumu