• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Site Menüsü
Site Haritası

Öküz Mehmet Paşa


KUŞADASI’NIN BANİSİ ÖKÜZ MEHMET PAŞA

      

 

  Bugünkü Kuşadası şehrinin gerçek anlamda kurucusu Türk kökenli, ileri görüşlü, ticari deha sahibi ve devlet akademisi “Enderun” da yetişmiş büyük Osmanlı bürokratı “ Öküz Mehmet Paşa” dır. Osmanlı tarihinde müstesna bir yeri olan ve 17.yy ilk dönemine damgasını vuran Mehmet Paşa tarihte; güçlü olmasından dolayı “ öküz “, Türkmen olduğu için  “ oğuz “, teninin esmerliğinden “ kara”, Konya havalisi Türkmenlerinden olduğu için “ konevi “  Mısır valisiyken isyanı bastırıp asileri tepeleyip devlet otoritesini yeniden tesis ettiğinden  “ kulkıran “  ve padişah 1. Ahmet’in kızı Gevher Sultan ile evlenip saray damadı olduğundan  “ damat [1]“ lakaplarını kazanmıştır.

Öküz Mehmet Paşa “ ; 17. yy’ nın ilk çeyreğine damgasını vuran Osmanlı bürokratıdır. 1607-1623 arasında olağanüstü işler başarmış, Osmanlı devletine büyük hizmetlerde bulunmuş, devlet kademelerinin her etabında v üstün başarılar göstermiştir. 1550 yılında İstanbul’da doğan paşamız; Osmanlı’nın devşirme sistemini delerek 1567 de saraya girmiş, Osmanlı devlet akademisi Enderun’da yetişmiş,  parlak zekâsıyla burada yükselerek padişahın “ Silahdar-hassa ” olmuş, 1607 yılında vezir rütbesi verilerek “ Mısır beylerbeyi”  olarak saraydan çıkarılarak Osmanlı’nın en zengin eyaletine vali olmuştur.

 Dört buçuk yıllık Mısır valiliğinde bozulan düzeni yeniden kurmuş, eyaleti kavuran ve tebaayı isyan ettiren “ tulbe “ vergisini ortadan kaldırmış, Osmanlı’ya başkaldıran asileri kırmış ve deyim yerinde ise Yavuz Selim’den sonra Mısır’ı ikinci kez fethetmiştir. Mehmet Paşa’nın eyalette kurduğu düzen Mısır’ın Osmanlı’dan ayrılmasına kadar devam etmiştir. 1611-12 de bu başarılarının mükâfatı olarak pay-i taht “ Konstantiniyye “ ye çağrılmış ve “ üç tuğlu vezir “ rütbesiyle Osmanlı donanmasının başına getirilerek “ Kaptanpaşa “ olmuştur. İşte Kara Mehmet Paşa’nın Kuşadası ile yollarının kesişmesi, Kuşadası bölgesinin imara açılarak “şenlendirilmesi “ , modern anlamda bir şehir kurulmasının temeli bu dönemde atılmıştır.

  Kuşadası şehrinin nasıl imara açıldığını ve Osmanlı iskân sisteminin ilk adımı olan  “ külliye” nin nasıl yapıldığını okumadan önce; Kuşadası’nın idari durumunu öğrenmek gerekmektedir. Malumunuz üzere 1533 yılı sonlarında Akdeniz’de  “ Barbaros “ diye nam salmış büyük Türk amirali “ Hızır Reis “ Osmanlı’ya iltihak etmiş, Kanuni Sultan Süleyman tarafından kendisine dinin hayırlısı anlamına gelen “ Hayreddin “ adı verilmiş ve Osmanlı donanmasının başına getirilerek üç tuğlu vezir rütbesiyle “ Kaptanpaşa “ olmuştu. Kuzey Afrika’daki Cezayir ülkesi de Osmanlı topraklarına katılmıştı. 1534 yılında ise[2] Kanuni;  “ Cezayir-i Bahri Sefid (Akdeniz Adaları)  ve Budin (Macaristan) “ eyaletlerini ihdas ederek Osmanlı eyalet sayısını “ otuz dörde “  çıkardı ve yeniden yapılanmaya gitti.

Bu yeni eyalet; Anadolu Beylerbeyliğinden “  Kocaeli, Sığla, Biga “ ,  Rumeli Beylerbeyliğinden de “  Eğriboz, İnebahtı, Mezistre, Karlieli ve Midilli “ sancakları alınmak suretiyle oluşturuldu. Bu eyaletin yönetimi ve geliri ilk olarak Hızır Hayreddin Paşa’ya verildi. Ayni zamanda bu eyalet “ Kaptanpaşa Eyaleti “ olarak tanındı ve kaldırılıncaya kadar tüm Osmanlı donanma komutanları “ Beylerbeyi” payesi ile bu eyaletin valileri oldular. İşte o dönemde Kuşadası bu eyaletin sınırları içinde “ Sığla sancağı Anya-İne karyesi  (köyü )”  adıyla yer aldı.

 Osmanlı’lar; 1522 de Rodos, 1566 ‘da  Sakız ve 1571 de  Kıbrıs adalarını fethederek  Akdeniz’in tamamına hakim oldu.  Böylece 1512 de fethedilen Mısır’ın “ İskenderiye” limanı ile İstanbul deniz bağlantısı güvenli hale gelecekti ancak bu uzun deniz ticaret hattında önemli ve güvenli “ ara duraklara (limanlara)”  ihtiyaç vardı. Kuşadası bölgesine en yakın adalardan biri olan Sakız adası bir nevi “ doğal antrepo “ durumundaydı ve ada Osmanlı ‘nın atadığı bir kadı tarafından idare ediliyordu. Bu durum XVII.yy başlarına kadar devam etti ve  Sakız’daki Avrupa Devletlerinin konsolosları da  ticaretlerini sorunsuz devam ettirdiler. Ancak 17. yy başında “ Cezayir-i Bahr-i Sefid “ eyaletinin valisi olan kaptanpaşa bu duruma müdahele ederek kadı’nın değil kendisinin  vali olduğunu ve ticaretten vergi alması gerektiğini belirtti.

 Sadece “kadı”nın sorumluluğunda yaşamaya alışkın tacirler, yeni duruma alışamadılar. Sızıltılar[3] başlayıp artınca muhtemelen karşı kıyıda uygun, rahat edebilecek bir yer aramaya başladılar. Bunların başında vaktiyle tahta çıkacak şehzadenin yönettiği Manisa’ya çok yakın olan “ İzmir “ geliyordu.  Ancak İzmir için de bazı endişeler vardı ve bunların başında güvenlik geliyordu. Şehrin savunma tesisleri zayıf ve üstelik yeterli bir garnizonu da mevcut değildi. İzmir’in durumu dönemin Osmanlı idarecilerini endişelendirmiş ve İzmir’in “ şenlendirilmesi “ için nihai karar verilmemiş ve masadaydı. Anadolu sahillerinde yeni bir giriş kapısı arayışı 1600[4] yılının başından itibaren iyice hızlandı. Daha güneyde, küçük bir ada “ Kuş-adası”  nın yakınları iyi bir liman olarak görünüyordu. Burada ki kıyıda, korsan korkusundan  hiçbir yerleşme  yoktu ve ismi pek az bilinen bir “ Anaia “ idari mıntıkasına dahil idi.

 Tarihçilerimizin verdiği bilgilerden anlaşılacağı üzere 1600 lü yıllarda Kuşadası metruk bir halde, yerleşimi olmayan ve bölgeye hayli uzaklıkta olan bugünkü “ Soğucak (Anya) “ köyü vardır ve orada Osmanlı devleti adına bir kadı bulunuyordu. Kuşadası’nın boş olmasının nedeni ise Osmanlı devleti ile savaş halinde olan kâfirler, muhtemelen “ Malta ve Floransalı gemiciler[5] , gemiler ile gelerek bu gölgede hem karadan hem de denizden yol kesiyorlardı. Böylece bölge harami yatağı haline gelmişti. Müslümanlar bu durumdan çok sıkıntı çekiyorlardı. Bölge halkının talepleri neticesinde bölgenin şenlenmesi ve asayişin sağlanması için “ Sultan III. Mehmed “  bu bölgeyi “ Cerrah Mehmed Paşa” ya özel mülk olarak verdi.

 Dönemin padişahı III. Mehmed ’den Kuşadası içinizin alan Cerrah Mehmet Paşa; Aslen devşirmedir. Enderun’da yetişti “ Has oda cerrahı “  oldu. Daha sonra yeniçeri ağalığına getirildi. 1579’da beylerbeyi, 1581’de Rumeli beylerbeyi, Mart 1582’de dördüncü vezir oldu. Bu görevde iken III. Murad’ın oğlu Şehzade Mehmed’i[6]  (III. Mehmed) sünnet etti ve bundan sonra “cerrah” lakabıyla anıldı. 1584’te üçüncü vezir; Şubat 1587’de azledildi ve sonra aynı yılın haziran ayında yeniden vezir oldu. 1598’de Sadrazam oldu ise de hastalığı sebebiyle Dîvân-ı Hümayun’a gelemediği ve devlet işlerini nişancı vasıtasıyla sarayından yürüttüğü için 1599’da azledildi yerine Damad İbrahim Paşa getirildi. Vakfiyesine göre 1603 yılında Kuşadası’nda hayratlar yaptırdı. 1604 tarihinde vefat etti.

Cerrah Paşa Kuşadası’nda “  iskele, han, kule, mahzenler, dükkânlar ve bir mescit “ inşasına başladı ama ölümünden dolayı bunları tamamlayamadı. Neticede varisleri temlikten feragat ederek bu bölge Öküz Mehmet Paşa’ya yeniden temlik (bir çeşit özel mülk) edildi. Cerrah Mehmet Paşa’nın başlattığı inşaatları, Öküz Mehmet Paşa[7] tamamladı ve artık onun ismiyle bilinir oldu. Bu durumda, Kuşadası bölgesinin  “şenlendirilmesi “ amacıyla başlangıçta her ne kadar Cerrah Mehmet Paşa’ya verilmişse de, Kuşadası’nın gerçek kurucusu ve banisinin Öküz Mehmet Paşa olduğu ortaya çıkıyor. Öküz Mehmet Paşa; Kuşadası’nın gelişmesi ve iskâna açılması için elinden gelen gayreti gösterdi. Dönemin kaptanpaşası ve Cezayir-i Bahr-i Sefid eyaletinin valisi olmasının avantajını çok iyi kullandı. 1612-1618 yılları arası Kuşadası şehrinin kurulma dönemi olarak kabul edilebilir.

1611 yılında Kaptanpaşa olan İstanbul’da Haliç tersanesinde kendi amiral gemisi olan  “ baştarda “ ve donanmaya yeni “kadırgalar “ın yapılması emrini verdi. Ayni yılın sonunda otuz gün süren muhteşem bir düğünle padişah 1. Ahmet’in ilk kızı olan “ Gevherhan Sultan “ ile evlenerek saraya “ damat” oldu. Mehmet Paşa uzun zamandır düşündüğü konuyu, “ Kuşadası’nın “ şenlendirilmesi “ meselesini padişaha açtı ve Balat, Çanlı, Ayasuluk ve Sığacık iskelelerinin gümrük vergileri de dahil olmak üzere çok geniş bir alanı özel mülk “ temlik “ olarak fermanla padişah 1. Ahmet’ten aldı.

Padişah 1. Ahmet’in en güvendiği adamlarından biri olan Mehmet Paşa Kaptanpaşa olarak görevine devam ediyor ve bir yandan Kuşadası şehrini kurmak üzere hazırlıklar yapıyordu. Donanma komutanı Haliç tersanesinde gemi yapımlarını izliyor ve kontrol ediyordu. Bu çabanın sonucu şunlardır. 11 Aralık 1612-29 Eylül 1613  tarihleri arasında vezir Damad Mehmed Paşa’nın Kapudan Paşa olduğu dönemde  “ bir baştarda, bir kalyata ve üç kadırga”  inşa edildi. Bunların dışında aynı dönemde “ 13 baştarda, 24 kadırga, 2 mavna, 16 kalyata, 6 taş gemisi, 2 at gemisi” [8] tamir edilerek donanma güçlendirildi.  Bu sırada ayrıca “ tersane gözlerinin, mahzen ve iskelelerin de tamir”  edildiği yapılan masraflardan anlaşılmaktadır.

 Mehmed Paşa, 1613 yılında  korsan takibi yapmak ve Mısır’dan gelen gemilerin asayişini sağlamak üzere denize açıldığında beraberinde kırk gemi bulunuyordu. Tersane de geçirilen bu dönem iyi değerlendirilmiş ve Osmanlı donanması korsan takibine hazır hale getirilmişti. Osmanlı’da donanması  “ rûz-ı Hızır’dan rûz-ı Kasım’a (Mart-Kasım arası) “  yaklaşık altı ay Akdeniz’de dolaşır ve İstanbul’a dönerdi. Mehmet Paşa’da  1613 yılı Mart ayında İstanbul’dan donanma ile hareket etti. Donanma “ Sisam “  açıklarına geldiği zaman bir talihsizlik oldu ve tuzağa düştü. Kendisi bir kısım donanma gemileri ile sakız adası civarında seyrederken pusuya yatan İspanyollar, paşanın arkasından seyreden  “ yedi Osmanlı kadırgasını”  ele geçirdi ve hızla bölgeden uzaklaştılar. Olayın duyulması üzerine takibe geçen Mehmet Paşa komutasındaki Osmanlı donanması düşmanı yakalayamadı. Bu durum İstanbul’a bildirilince Öküz Mehmet paşa”  kaptan paşalık” tan azledilerek yerine “ İstanköylü Güzelce Ali Paşa”  getirildi. Öküz Mehmet paşa ortaya çıkan bu üzücü hadise üzerine Kuşadası’na giderek bir süre önce Cerrah Mehmet Paşa ahfadından satın aldığı yarım kalan inşaatları Kuşadası şehrinde külliye olarak tamamlamaya kararını uygulamaya koydu. 

 Böylece Öküz Mehmet Paşa; Kuşadası şehrini kurmaya Osmanlı iskan siyasetinin temel prensibi olan külliye inşası  ile başladı. “ Külliye “  amaç ve ihtiyaç doğrultusunda bir caminin etrafına sıralanmış “ medrese, türbe, hamam, kervansaray, çarşı, tabhane, imaret /aşhane, kütüphane, mektep, darüşşifa”  gibi dini, sosyal ve kültürel hizmet veren kuruluşları ve hizmetlileri barındıran yapılar[9] topluluğudur.  Osmanlı Devleti, kendi içinde ve dış dünyada gelişen sosyal, siyasal ve ekonomik olaylar sonucu 17. yüzyılda duraklama dönemine girmiştir. Bu yüzyılda artan hac trafiğinin güvenliğinin sağlanması eski ve yeni belirlenen menzillerin imara açılması ve Celali İsyanlarının[10] bastırılması amacıyla çok sayıda menzil külliyesinin inşa edilmiştir.

 Kaptan-ı deryalık görevinden azledilmesinin ardından da ikinci vezir sıfatıyla ayni zamanda İstanbul ile hiç bağını koparmadı, İstanbul’da kalmayı sürdürdü ve saray çevresinde Nasuh Paşa’ya karşı oluşan tepkiler içinde aranan bir isim haline gelmekte gecikmedi. Nitekim Nasuh Paşa’nın idamı üzerine de 17 Ekim 1614’te ilk veziriazamlık[11] görevine atandı. Bu göreve atanmasında “ Darüssaade ağası Mustafa Ağa, ve şeyhülislam Hocazade Mehmed Efendi” nin büyük tesiri olduğu ve Mehmet Paşa’yı padişaha tavsiye ettikleri bilinmektedir.

 Öküz Mehmet Paşa’nın külliye inşaatı kendisi 1614 yılında “ vezir-i azam”  olması ile de hızlanmıştır. Paşa artık Osmanlı devletinde Padişah’tan’ sonra gelen ikinci adamdır ve Osmanlı bürokrasinin de başıdır. Paşa’nın kendi özel kasasından harcadığı altınlarla Kuşadası’ndaki külliye inşaatını tamamlattırmış ve bir nevi Kuşadası şehrinin silueti ortaya çıkmaya başlamıştı. Mehmed Paşa’nın ilk veziriazamlığı dönemi daha çok “Safevi”  meselesiyle geçti. 1615[12] Doğu seferinde Revan’ı hedef aldı, fakat altmış gün kadar süren muhasarada başarısız oldu. Muhasarayı kaldırıp Erzurum’a döndüğünde de bu başarısızlığın karşılığını azledilmekle ödemiş oldu. Yerine yine saray çevrelerinin güçlü simalarından olduğu kadar tasavvuf ehli tarafından da daima öne çıkarılan Şeyh Aziz Mahmud Hüdai müritlerinden Halil Paşa atandı.


Sadrazamlıktan azledikten sonra İstanbul’a döndü. “ II. Osman-Genç Osman” ın cülusuyla onun için yeni bir dönem başlamış oldu. Kuşadası ve çevresi için kayınpederi olan önceki padişah I. Ahmet’ten aldığı Kuşadası ve çevresini iskâna açmak iznini yeni padişah II. Osman’dan aldığı bir fermanla yeniletti. Bu dönemde Kuşadası’ndaki külliyesi bitmişti. Kara Mehmet Paşa, Kütahya Türkmenlerini 1618 de Kuşadası’na getirdi ve kale içine yerleştirdi.
Kuşadası; Öküz Mehmet Paşa tarafından genişletilen ve kale görünümlü hale getirilen “ kervansarayı “  ve genişletilerek ticaret gemilerinin yükleme ve boşaltma hizmetlerine imkan veren  hale getirilen “ iskelesi”  ile cazibe merkezi olma yolunda ilerlemeye başlamıştı. 1618 yılında ise Kuşadası tekrar idari yapılanmaya gitti. Daha önce “ Ayasuluk kadılığına “ tabi olan bölge Ayasuluk ’tan çıkarıldı ve müstakil bir kadılık yapıldı. İstanbul’dan, Kuşadası’nda yeni yapılan hanın emini olan Şaban ile Kuşadası civarındaki kadılara gönderilen Temmuz 1618[13] tarihli resmi bir emir, Kuşadası civarındaki idari ve adli yapılanmaya açıklık getiriyor. 
  
Kuşadası 1619 yılında ise “ Gümrük Merkezi “  yapılarak Batı Anadolu’da Sakız, Çanlı ve Balat gümrükleriyle “ aynı gümrük ağı “ içerisine dâhil edildi. 1618 tarihli bir Osmanlı arşiv belgesinde, [14] Kuşadası’nda bulunan hanın, vezir Mehmet Paşa (Öküz) tarafından ‘ bina ‘ edildiği ve Şaban isimli bir Müslüman erkeğin ”   gümrük emini “ olduğu açıkça yazılıdır. 1619 yılından itibaren, Öküz Mehmet Paşa’nın uzak görüşlülüğü sayesinde,  “ Kuşadası limanının”  Sakız,  Mısır, Ege adaları ve İstanbul’un iaşesi açısından giderek önem kazandığı anlaşılıyor.[15] Kuşadası limanı, özellikle “ buğday ihraç limanlarından”  biri yapılmıştır. Menderes vadilerinin hububatı buradan İstanbul’a nakledilmiştir.

Kuşadasına yapılan bu tesisler ve külliyenin tamamlanarak sur duvarlarının da çevrilmeye başlamanmasıyla çok kimseye burasının ileride , Anadolu’nun müstakbel “ ithalat giriş”  kapısı olabileceğini gösterdi. Bu sebeple Sakız’daki konsoloslar birer şubelerini burada açmaya başladılar. Fransa hemen açtı ,  ötekiler de  birkaç sene sonra Kuşadası’na geldiler. Kuşadası, 1630[16] lardan itibaren gittikçe büyüyüp gelişen bir yerleşim yeri  haline gelmiş, hatta kalenin yapılmasından sonra “ Anaia’daki kadı”  da buraya taşınmıştı.

Öküz Mehmet Paşa’nın amaçlarından biri de Kuşadası’nı Osmanlı devletinin en zengin eyaleti olan  Mısır’ın can damarı  olan “ İskenderiye “ limanı ile “ İstanbul” u deniz yolu ile  birbirine bağlamak ve burasını deniz ticaret ve hac yolunun güvenli “ ara duraklarından “ biri yapmaktı. Başkent İstanbul ile Mısır’ın en büyük ve en önemli limanı olan İskenderiye arasında, askeri fetihlerle sağlanan bu deniz rotası üzerinde gerek yolcu, gerek başta buğday olmak üzere İstanbul halkının çok ihtiyaç duyduğu”  tüketim emtiası[17], gerekse Mısır’dan gelen “ hazinenin”  ulaşım noktalarına varabilmeleri için en önemli etken güvenlikti. Padişahların yüzyıllar boyunca en önemli görevlerinden birisi de bu “ yol güvenliğinin sağlanması  olmuştur. Devletin resmi görevlilerinin, hacıların, tüccarların ya da herhangi bir amaçla bu yollar üzerinde seyahat eden “ Osmanlı tebaasının “ can ve mal güvenliklerinin sağlanması hem padişahların hem de merkezi ve yerel görevlilerin üzerinde hassasiyetle durdukları konulardan birisidir.

 İstanbul’un iaşesi Osmanlı devleti için her zaman önemli olmuştur. “ Padişah,  hanedan üyeleri, saray mensupları,  üst düzey devlet bürokrasisi ve değişik milletlerden binlerce tüccar, sanatkâr, ilim ve din adamları, öğrenciler, askerler, elçiler İstanbul’da yaşıyorlardı.” Sadece Topkapı Sarayının nüfusu 4000 civarındaydı ve saray mutfağında her gün “ 5000 kişilik yemek pişirilirdi”. İmparatorluğun başkentinde gıda, temizlik ve zaruri maddelerin kıtlığı padişahın ve devletin otoritesini sarsardı. Bu yüzden padişahların ilk gündem maddesi yol ve can emniyeti ile birlikte “ İstanbul’un iaşesi “nin teminiydi. “ Buğday, pirinç, kahve, şeker, baharat “ gibi temel gıda ürünleri , “  Balkanlar, Anadolu, Suriye, Mısır ve Yemen “ gibi İstanbul’a uzak eyaletlerden “kalyonlarla” sevk edilirdi.

Mısır, Rodos, Sakız ve Kıbrıs fetihleri ; İstanbul ile Mısır’daki “ İskenderiye ve Dimyat limanları”  arasında dolaysız deniz yolu güvenilir hale gelmiş, buradan İstanbul’a eskinin baharatı yerine artık şeker, pirinç, keten gibi ürünler akmaya başlamıştı. İnalcık’a göre “ Mısır ve Suriye, İstanbul ve imparatorluk ekonomisi için yaşamsal önem taşımaktaydı. Pirinç, buğday, arpa, baharat ya da şeker gibi sultanın sarayı için gerekli erzak kalyonlarla Mısır’dan gelirdi. XVI. yüzyıl ‘da Suriye saraya yılda 50000 kg. sabun gönderirdi. Sudan altını İstanbul’a Mısır yoluyla gelirdi. Mısır bütçesinin yılda yarım milyon altın dukaya varan fazla geliri sultana gönderilirdi… 1528[18]’de imparatorluk gelirinin üçte birini sağlayan zengin Mısır ve Suriye eyaletleri imparatorluk hazinesinin temel kaynaklarındandı. “

Kuşadası’nın banisi Öküz Mehmet Paşa’nın uzak görüşlülüğü, ticari zekası ve imparatorluğun içinde bulunduğu şartları iyi bilmesi çok önemlidir. Dört buçuk yıllık Mısır valiliği sırasında, İskenderiye limanı çevresine yatırım yapması, Mısır’da vakıflar kurması, rafineri ve fabrikalar açması “ İskenderiye-İstanbul deniz ticaret yolu üzerinde bir ticari ağ kurma “ düşüncesini hayata geçirmesidir. Öküz Mehmet Paşa ;   “ beylerbeyilik, kubbe vezirliği, kaptan-ı deryalık, sadrazamlık”  görevlerinde bulunmuş, Osmanlı ticaretini, ticaret yollarını ve bölgelerin ticari potansiyellerini çok iyi bilen tecrübeli bir devlet adamıdır.

Mehmed Paşa, sahip olduğu bu bilgi ve tecrübe ile Osmanlı Devleti’nin en önemli ticari yollarından biri olan “ İstanbul-Mısır[19] “ arasındaki ticarete, hem kara hem de deniz üzerinden belirlemiş olduğu bazı noktalarda yaptırdığı çeşitli bina ve yatırımlarla bağlanmaktadır. İstanbul’u ; “ Halep ve Şam” a bağlayan ve hacıların da sık kullandıkları, Orta Anadolu’dan, Akşehir ve Konya’dan geçip Toros Dağları üzerinden Çukurova’ya giren yol üzerinde bulunan “ Maraş, Ulukışla, Halep ve Kudüs “ şehirleri Mehmed Paşa’nın karayolu üzerinde seçmiş olduğu önemli noktalardır ve bunların her birinde mutlaka bir tesis yaptırmıştır.

Kara Mehmet Paşa, 1619 yılında II. Osman’ın saltanatı sırasında “ ikinci kez vezir-i azam” lığa getirildi. Bu atama da yine Darüssaade ağası Mustafa Ağa’nın ve eşi Gevher Sultan’ın da padişahın kız kardeşi olmasının etkisi olmuştur. Padişah; Mehmet Paşa’nın devlet tecrübesinden ve etrafındaki güç odaklarından faydalanmak istemesi de önemlidir. Bu kritik yıllarda sultanın kendisine biçtiği yeni imajı destekleyecek siyasi kanatta Mehmed Paşa’nın bulunmasının isabetli olacağı hesaplanmış olabilir. Gerçekten de Mehmed Paşa’nın makama geçtikten sonraki faaliyetleri dikkat çekici olmuştur. Öncelikle “ Safeviler “ ile yapılan müzakereleri barış akdiyle sonuçlandırmıştır. Ancak 1619 yılın sonunda kaptanıderya Güzelce Ali Paşa’nın Çanakkale boğazı girişinde Venedik gemilerine hücum edip ele geçirmesi, aldığı esirlerle birlikte bol pişkeş ve hediyeler getirerek padişahı etkilemesi, “ Mehmet Paşa-Güzelce Ali Paşa “ çekişmesi sonucunda Mehmet Paşa vezir-i azam’lıktan azledildi.

 Azilde; Mehmet Paşa’nın resmi kayıtlara yansımayan bir ticaret ağını yönetmekte olmasının, bu anlamda yabancı temsilcilerle yakın bağlar tesis etmiş bulunmasının yol açtığı tepkiler de nazarı itibara alınabilir[20]. Ali Paşa’nın “ bu silahları” kullanarak onu kısa sürede gözden düşürmüş olması muhtemeldir. Mehmet Paşa için artık düşüş başlamıştı. Yerine “ İstanköylü Güzelce Ali Paşa “ atandı.  Vezir-i azam Güzelce Ali Paşa, Mehmet Paşa’yı “ Halep Valisi “ olarak sürgüne gönderdi ve tüm mallarına el koydu. Hatta Mehmet Paşa , Halep valiliğine gitmeden önce devlete “ 30.000. altın “ ödemeye mecbur edildi. Kırgın ve üzgün Mehmet Paşa; Suriye’de çok yaşamadı ve 1920 de öldü.  Yine bir devşirme, Türk kökenli sadrazamı hasedinden dolayı “ maktul “ hale getirmişti.

 Öküz Mehmet Paşa, Kuşadası’nı iskana açarak büyük hizmet etmiş, kentimizde bir külliye inşa ettirmiş, Kuşadası’nı “ İstanbul-İskenderiye” deniz ticaret yolunun önemli ara duraklarından biri haline getirmiş, Cerrah Mehmet Paşa’dan devraldığı “ kervansarayı “ ticaretin ana üssü yapmış, külliye binalarının yaşaması için ek gelir kaynakları “ akarlar” bırakarak kendi adına bir vakıf kurmuştu. “ Öküz Mehmet Paşa Vakfı “ adı verilen bu kuruluş paşanın ölümünden itibaren 300 yıldan fazla kentimizin gelişmesinde büyük rolü olmuştur.

Çok değil Mehmet Paşa’nın ölümünün üzerinden on beş-yirmi yıl geçtikten sonra Kuşadası hızla gelişmeye ve büyümeye başladı. Kuşadası’nın şöhretini duyan, ticaret limanı olmaya aday olduğunu öğrenen, para kazanmak isteyen “ askerler, tacirler, göçebeler ve diğerleri ”  1660 ‘dan  itibaren Kuşadası’na daimi olarak yerleşmeye başladılar. Örneğin, 1663 yılında Ezine’ye bağlı Gümüş köyünden “ Boşnak Ömer Beşe[21] isimli bir yeniçeri Kuşadası’nda han yakınında iki katlı bir ev sahibi olmuştu. Vefat ettiği zaman, borçları Yusuf Çavuş’un delaletiyle ödendi.  Kuşadası;  ayni zamanda İstanbul’un iaşesini temin etmede büyük rol üstleniyor, sadece buğday değil bölgede yetişen meyvelerde Kuşadası limanından kalkan gemilerle pay-i tahta gönderiliyordu. Meyve ticaretiyle uğraşan tacirler, ihracatta yeni hileler buldular.  1726 tarihli İstanbul’dan  “ Aydın muhassılı ve Kuşadası kazaları naiplerine hitaben yazılan bir emirde[22] “ , Kuşadası limanından İstanbul’a gönderilen meyvelerde hile yapıldığından şikâyet ediliyor.

Örneğin, “ kara üzüm “ zeytinyağına yatırılıyor, İstanbul’a gelinceye kadar üzüm çürüyordu. Kuşadası civarında üretilen “ Eflak balına “ su katılıyor, İstanbul’a varıncaya kadar bal ekşiyordu. “ İncir “  ise ıslatıldığı için çürüyordu.  “ Neferiye”  denilen Kuşadası’na üretilen üzümden, eskiden pekmez yapılırken, şimdi yaş üzüm olarak İstanbul’a gönderiliyordu. Tacirler bu üzümü zeytinyağına batırıyorlar, “ ufak üzüm” adıyla İstanbul’a gönderiyorlardı. Bu işleri yapanların çoğu kadı ve zabitlerin emirlerine uymayan “ askeri taifesi” ne mensup kişilerdi. Bu durum hem halkın hem de İstanbul’da Yemiş İskelesi’nde çalışan “ Kuşadası tüccarı” nın mağdur olmasına neden oluyordu. Aydın beyinden bu hususların düzeltilmesi isteniyordu.

  Kuşadası’nın gelişmesine ve önemli bir liman olmasına Evliya Çelebi’de şahitlik etmekte ve kenti her yönleri ile övmektedir. 1671 yılında Kuşadası’nı ziyaret eden ünlü seyyahımız ;  “Kuşadası şehrinin mahallelerinden, camilerinden, limanından ve insanlarından “ övgüyle bahsetmektedir. Seyahatname ‘de özetle Kuşadası kenti şöyle tarif edilerek önemli bir liman kenti olduğu vurgulanır ; “ İdari açıdan Kuşadası Sığla Sancağı ’na bağlı Öküz Mehmed Paşa’nın müsellemden muaf evkafıdır. Yönetici olarak voyvodası vardır, ikinci yönetici yüz yük akçeye mültezim olan gümrük emini’ dir, üçüncü görevli yüz elli akçelik şerif Kadı’dır, dördüncü görevli Yeniçeri Serdarı, beşinci görevli ise emrinde yüz on asker bulunan dizdardır. Limanı 500 pare kadırga kapasitelidir. Kuşadası’nın kethüda yeri yoktur.”[23]
Kuşadası hakkında önemli bir belgede ise kentin çok gelişmiş bir liman kenti olduğundan bahsedilerek şu bilgiler verilmektedir. “Kuşadası artık şehir olarak ortaya çıkmaya başlamış, kale askerleri hariç,  sur içinde 10 mahallelik bir yerleşim yeridir.[24] Kale askerlerinin sayısı da önemli bir nüfustur ve bu Kuşadası mahal yerin etrafında da on üç köy bulunmaktadır. “ 
 Sonuçta Kuşadası; iskelesi sayesinde bir ihraç limanı olmuş ve İstanbul’da meyve ticaretiyle ilgilenen bir “ Kuşadası tüccarı” grubunun oluşmuştu. Bunlar hep “  Kuşadası Öküz Mehmet Paşa Vakfı “ nın başarılı girişimlerinin bir sonucudur. Kuşadası’ndaki Öküz Mehmet Paşa vakfı zaman içinde epeyce zenginleşmişti “Kuşadası Öküz Mehmet Paşa Vakfı” nın mal varlığını çokluğu, vakfiyeye ait işletmelerden elde edilen karlar, arazilerden ve dükkânlardan gelen kiralar ve diğer gelirler; Kuşadası’nı idare eden tüm bürokratların başta “ kadıların, askerlerin, valilerin, paşaların ve ayan ailelerinin “ iştahlarını kabarttı ve bu vakfın mallarını zorbalıkla, devlet gücüyle, hile ve hurda ile yağma etmek için adeta yarıştılarSadece bir-iki örnekle durumu özetleyelim. Bugün Kuşadası merkezde bulunan tüm binalar “ han, mahzenler, odalar, değirmen, fırın, çarşı vs. “  ve bunların gelirlerin neredeyse tümü paşanın vakfına aittir. [25] Bu vakfın malları, paşanın ölümünden sonra çeşitli müdahalelere maruz kalmıştır.

Mesela 1749 yılında Selçuk’a bağlı “ Anduz köyü”  zeametine mutasarrıf olan “ Zaim Ahmed Bey “ Kuşadası kalesinin varoşlarını ele geçirmek istemiş ama onun bu teşebbüsü 1758 yılında varoşların da vakfa ait olduğu gerekçesiyle engellenmişti. Yine “ Aydın muhassılları”  1715 yılında Selçuk’taki vakfa ait “ üç değirmeni”  zapt etmeleri önlendi.  Kuşadası Öküz Mehmet Paşa Vakfı’nın mallarının en çok yağma edildiği dönem 19. yy Kuşadası-Söke-Balat çevresini yöneten “ İlyaszadeler “ ailesi eliyle olmuştur.  Buna benzer vakfa müdahaleler aralıksız Cumhuriyet devrine kadar devam etti.  Bugün maalesef devlete ait “ bir kale içi cami, bir kütüphane, bir hamam ve bir kervansaray “ vakfın envanterinde gözükmektedir.

 Öküz Mehmet Paşa; 1607-1620 tarihleri arasında arasındaki 13 yılda yani kısa bir sürede  “ beylerbeyi, kubbe veziri, Kaptanpaşa ve sadrazam “ olarak üst düzey devlet görevlerinde bulunmuş ve arkasında çok sayıda “ hayrat “ bırakmıştır. Mısır beylerbeyi olarak göreve başladığı 1607-1611 içindeki dört buçuk yılda ilk vakfiyelerini Mısır’da yazdırmaya başlamış, bunları İstanbul’a göndererek “ Galata kadısına “ onaylattırmış ve padişah fermanları ile garanti altına aldırmıştır. Kuşadası Öküz Mehmet Paşa Vakfiyesi ise Kaptanpaşa olduğu dönemde kurulmaya başlanmış, “  Hicri Ramazan 1027/ Miladi Eylül 1619  “tarihinde paşamız veziri-i azam iken Kuşadası’ndaki tüm binalar ve araziler, akarlarıyla birlikte vakfa dönüştürülmüştür.

 Vakfiye, “ Rumeli Kadı askerî Abdürrahim Bin Muhammed, Anadolu Kadı askeri Hüseyin bin Mehmet, Ali bin Abdullah, Evkaf müfettişi İbrahim Bin Abdülhay ve Hüseyin Bin Mehmet” tarafından onaylanarak yürürlüğe girmiştir.[26] Vakfiye bugün Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Arşivinde “ Cedit Vakıflar Tasnifi Bölümünde 92 varaklı bir defterdir ve üç farklı belge şeklindedir. “  Bu arşivdeki yer alan kayıtlara göre  Eylül 1619  (Ramazan 1927) tarihinde Kuşadası, padişah Genç Osman (II. Osman) tarafından Öküz Mehmet Paşa’ya mülk olarak tahsis edilmiş, oda vakfa çevirmiştir.[27]

Kuşadası Öküz Mehmet Paşa Vakfiyesi, paşamız tarafından detaylı bir şekilde kaleme alınmış, vakfın bütün binaları, arazileri, vakfa gelir getiren  “akarları “  tarif edilmiştir. Bu vakfiyede kimlerin görev alacağı, görevlilere ne kadar maaş verileceği, vakıf gelirlerinin nerelere ve nasıl sarf edileceği, sarf edilecek bu kalemler için hangi ücretlerin ödeneceği tek tek belirtilmiştir. Bizim tespitlerimize göre bu malların kısa dökümü şöyledir ; “Kale içi cami, han (kervansaray), iki) hamam, sekiz adet suyla çalışan un değirmeni, dört adet balık dalyanı, altı adet ekmek fırını, on iki dükkan etrafındaki bedestenle beraber bir çarşı, bir gözetleme kulesi, su yolları,  bir köprü, çok sayıda meralar, otlaklar, mezralar ve zeytinlikler, tarlalar, hayvan damları, hububat mahzenleri ve depoları, on adet su dolabı, su kuyuları, çeşmeler ve yedi adet samanlık, Kuşadası-Çanlı-Balat-Ayasuluk iskelelerinin gümrük gelirleri, vb.

 Okuduğunuz bölümdeki vakıf malları bugün muhafaza edilmiş olsaydı sanırım “ Aysuluk’tan-Balat” a kadar olan bölgede hüküm süren ayrı bir “muhtariyet “ olurdu diye insan düşünmeden edemiyor.  Bu kadar büyük bir serveti vakfetmek, insanların hizmetine sunmak, devletin yapması gereken görevlerin çoğunu üstlenmek elbette  “ Kara Mehmet Paşa “ gibi hamiyet sahibi, cömert, cesur ve asil bir Türk evladının çağlar sonrasında bile kendisinin hayırla yad edilmesini istemesidir. Peki, Osmanlı’nın mührü ve bize bıraktığı en büyük miras olan “ vakıf medeniyeti “ neydi? Niçin başta padişah ve hanedan üyeleri olmak üzere herkes “ hayrat yani vakıf “ kurmak için yarış halindeydi? 

 Vakıf kurmak veya Osmanlı deyimiyle vakfetmek  ;  “  bir malın sahibi tarafından dinî, sosyal ve hayrî bir gayeye ebediyen tahsisi” şeklinde özetlenebilir. Hukukî bir işlemle kurulan ve İslâm medeniyetinin önemli unsurlarından birini teşkil eden hayır müessesesini ifade eder. Buradaki amaç, Allah’ın rızasını kazanmak için helal mülkünden, malından, parasından bir kısmını veya hepsini insanların istifadesine sunmaktır.

 “ Kur’an-ı Kerîm’de vakıf kavramını ve kurumunu doğrudan çağrıştıracak bir ifade yer almamakla birlikte Allah[28] yolunda harcama yapmayı, fakir, muhtaç ve kimsesizlere infak ve tasaddukta bulunmayı, iyilik yapmada ve takvada yardımlaşmayı, hayır ve yararlı işlere yönelmeyi öğütleyen birçok ayet”  Müslüman toplumlarda vakıf anlayış ve uygulamasının temelini oluşturmuştur. İşte bu anlayış Osmanlı’nın üç kıtaya hakim olmasının temel nedenidir.

 Osmanlı döneminde vakıfların gelişmesinde en önemli husus vakıfların bir devlet politikası olarak çok yönlü teşvik edilmesidir. Padişahlar, valide sultanlar, şehzadeler, padişah hanımları ve kızları tarafından kurulan ve “ Evkaf-ı selatin[29] kavramıyla anılan vakıflar mimari, iktisadi ve sosyal bakımdan en mükemmel ve kapsamlı vakıflardır. Hanedan-ı Âl-i Osman’ın bu davranışı, devlet adamları, varlıklı kimseler hatta orta sınıf için mükemmel bir örnek olmuş vakıf teşkilinde kadını ve erkeği ile topyekûn Osmanlı toplumu yarış içerisinde olmuştur. Vakıfların devlet tarafından teşvikinin bir diğer unsuru da vakıflara tanınan ”vergi muafiyetleri ve ayrıcalıklardı

 Osmanlı devletinde vakıf kurmak yani hayrat sahibi olmak ciddi bir işti ve padişah dâhil hiç kimse vakıf mallarına el koyamaz ve devlete devredemezdi. Osmanlı devleti Macaristan’dan-Irak’a, Cezayir’den-Kırım’a kadar çok geniş coğrafyalarda sayıları binlerle ifade edilen vakıfları daima merkezi idarenin kontrolü altında tutmuştur. Bu kontrolü iki önemli ve etkili uygulama ile gerçekleştirmiştir:[30] 1) Vakıf kurucusunun belirlediği şartlara göre tayin edilecek bütün görevlilere Divan-ı Hümayundan orijinal yani padişah tuğrasıyla “berat verilmesi”  esastı. Böylece payitaht İstanbul’da bütün vakıf görevlilerinin kayıtları mevcuttu; 2) Bütün vakıfların yıllık muhasebe kayıtlarının mahallî kadılarca onaylanması ve merkeze bir nüshanın gönderilmesi yerleşmiş bir usuldü.

Bu kesin şartlar sıkı bir şekilde kontrol edilir ve vakfiyelerin iyi işlemesine imkân verilirdi. Osmanlı devleti vakıf sistemini yüzyıllarca korudu ve teşvik etti. Yeni fethedilen yerler, iskana açılan bölgeler, yol üzerinde yapılacak menzil külliyeleri, toplumları birbirine kaynaştıracak sosyal kurumlar vakıflar eliyle yapıldı ve toplumun ihtiyaçları bu şekilde sağlandı. Vakıflar, ayni zamanda “günümüzün büyük istihdam sağlayan holding” lerinin akasındaki büyük maddi güçtür.  Kuşadası’nın banisi olan Öküz Mehmet Paşa kendi helal mülkünden ve parasından bu kentte büyük bir vakfiye kurdu ve bu vakfiye yüzyıllarca Kuşadası’nı ihya etti. Kuşadası Öküz Mehmet Paşa Vakfının n e kadar büyük ve ulvi bir amaç için kurulan bir kurum olduğunu düşünebiliyor musunuz?

Yazımızı paşamızın “ devlet adamlığı”  konusunda çağının tarihçileri, yüksek bürokratları ve asırlar sonra Osmanlı tarihini derinlemesine inceleyen ilim adamları ve otoritelerin görüşleri ile sonlandırmak istiyoruz. “ Bulunduğu makamların hakkını veren Paşa, özellikle Mısır valiliği, Kaptan-ı Deryalığı üç yıl süren iki sadrazamlığı[31] sırasında çeşitli faaliyetlerde bulunduğu, imar faaliyetleri, güvenliğin sağlanması, iktisadi konularda mesela vergilerin hafifletilmesi veya kaldırılması gibi bazı tedbirler alması gibi çok başarılı icraatlar yapmıştır. “

17.yy. ilk çeyreğinde Osmanlı siyasi dünyasında önemli bir figür olduğu anlaşılan Mehmed Paşa hakkında kaynaklar genellikle iyi bir devlet adamı olduğu konusunda müttefiktir. “ Çağının içinde Avrupa’daki siyasi meseleleri çok iyi bilen usta bir diplomattır. Herkes tarafından sevilen, saygın ve cömert biridir. Şuur sahibidir ve hiç kimseyi incitmemiştir. Yaptığı hayratı dönemine göre hayli fazladır[32]. İlginç bir özelliği uğradığı her yerde kendisinden iz bırakacak hayrata teşebbüs etmiş bulunmasıdır. Sonuç itibarıyla önemli bir devlet adamı olarak hemen bütün onu tanıyan tarihçiler tarafından hakkında övgü dolu cümleler yazılan bir devlet adamıdır. “

 “ Öküz “ kelimesi paşamız sağ iken hiçbir şekilde kullanılmamıştır. Ölümünden hayli zaman sonra Türk kökenli olduğu için onu gözden düşürmek, hizmetlerini küçümsemek ve şahsını karalamak adına devşirmeler tarafından özellikle söylenmiştir. Birde Osmanlı tarihinde büyük devlet adamları “lakaplarıyla”  anılırlar ve tarihe öyle mal olmuşlardır. Osmanlı devletinin 623 yıllık ömründe “ 36 padişah ve 228 vezir-i azam “ görev yaptı. Maalesef bunların içinde “ Türk kökenli “ veziri azam sayısı 30-40 civarındadır ve çoğu kuruluş devrinde görev yapmışlardır. II. Murat zamanına kadar vezir-i azamların çoğu Türk’tü. Fatih’ten itibaren “ devşirme sistemi “ yüzünden “ Rum, Sırp, Hırvat, Boşnak, Arnavut ve vb. “ Türk olmayan devşirmeler (dönmeler)Enderun ve Osmanlı bürokrasisin” de oligarşi oluşturmuşlar ve aralarına kimseyi almamışlardır.

 Örneğin Kanuni zamanında; meşhur “ Pargalı Rum  İbrahim Paşa  vezir-i azam, kardeşi Sinan Paşa ise kaptan-ı derya ”dır. Osmanlı tarihinde bu tür örnekler çoktur. Türk kökenli en uzun vezir-i azam ise 1364-1387 yılları arasında 23 yıl  görev yapan “ Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa” dır. Çandarlı sülalesi uzun uzun yıllar Osmanlı’ya vezir ve vezir-i azam yetiştiren ünlü bir sülaledir.

 Bir de şunu belirtelim. Bazı tarih şuuru olmayan ve Osmanlı’yı hiç bilmeyen sözde “ allameler “ öküz kelimesinden rahatsız olmakta ve bu kelimenin kaldırılması yönünde çaba sarf etmektedirler. Hatta daha da ileri gidenleri, bir de makam sahibi iseler, ellerindeki gücü kullanarak bir nevi bu mübarek insanın ismini hayratlarından ve hafızalardan kazımak istemektedirler. Bu gafiller şunu iyi bilsinler ki bu büyük bir vebaldir ve öbür tarafta bunun hesap vardır.

 Biz sözlerimizi  “ Öküz Mehmet Paşa “ yı dönemin ünlü tarihçisi “ Mehmed bin Mehmed “in paşa hakkında yazdıkları ile bitirelim. “  ırz u vakar ve kamet ü salabet sahibi bir vezir-i mükerrem ve muhterem ve celîlü’ş-şân idi “.

 

    

Kaynakça

 

Ak, M. (2019). Osmanlı Devlet Gücünün ve Adaletinin Başarılı Temsilcilerinden Öküz Mehmet Paşa. İzmir: Tibyan Yayıncılık.

Akbulut, O. N. (2008). Evliya Çelebi'ye Göre Batı Anadolu. Muğla: Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi.

Akozan, F. (1969 Cilt 8). Türk Külliyeleri. Vakıflar Dergisi, 3003-308.

Baykara, T. (2019). 16. yy Başlarında Kuşadası İzmir Rekabeti . İzmir : Tibyan Yayıncılık.

Bostan, İ. (2019). Kaptan-ı Derya Kara Mehmed Paşa ve Osmanlı Denizciliği. İzmir: Tibyan Yayıncılık.

Çelik, B. (2019). Öküz Mehmet Paşa Vakfının Düşündürdükleri, İstanbul İskenderiye Deniz Yolu Üzerinde Kuşadası Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı. İzmir: Tibyan Yayıncılık.

Emecen, F. (2019). 17. yy Değişim ve Dönüşüm Çağının Bir Devlet Adamı Damad Kara Mehmed Paşa. İzmir: Tibyan Yayıncılık.

Erdoğru, M. A. (2016). Kuşadası Tarihine Dair Bir Belge Öküz Mehmet Paşa Vakfiyesi. İzmir: Ege Üniversitesi İzmir Araştırmaları Merkezi Yayınları.

Erdoğru, M. A. (2018). Kuşadası'nın Kurulması ve Gelişmesinde Öküz Mehmet Paşa Vakfının Rolü. Kuşadası ve Çevresi Türklük ve Türk Tarihi Sempozyumu (s. 29). Aydın: Adnan Menderes Üniversitesi Yayınları.

Erdoğru, M. A. (2019). Öküz Mehmet Paşa'nın Ailesi ve Kuşadası. İzmir: Tibyan Yayıncılık.

Gültekin, R. E. (2019). Ulukışla Öküz Mehmet Paşa Külliyesi. İzmir: Tibyan Yayıncılık.

Günay, H. M. (2012, Cilt 42). Vakıf. TD Vakfı İslam Ansiklopedisi, s. 475-479.

Halaçoğlu, Y. (1993). Cerrah Mehmet Paşa. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, s. 415.

İpşirli, M. (2019). Osmanlı'da Vakıf Kurumu ve Öküz Mehmet Paşa. İzmir: Tibyan Yayıncılık.

Telci, C. (2001). 15-16. yy Da Kuşadası Ania Karyesinden Kuşadası Kazasına. Geçmişten Geleceğe Kuşadası Sempozyumu I (s. 234). İzmir: Meta Basım .

Ünal, A. A. (2002). 16. ve 17. yy da Cezayir-i Bahri Sefid Ya da Kaptan Paşa Eyaleti. Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 252.

Yılmaz, C. (2010). İstanbul Kadı Sicilleri. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi.

 



[1] Mahmut Ak, Osmanlı Devletinin Gücünün ve Adaletinin Başarılı Temsilcilerinden Öküz Mehmet paşa, Kuşadası’nın Banisi Öküz Mehmet Paşa, Tibyan Yayıncılık Basım Yayım ve Matbaacılık San. Tic. Ltd., İzmir 2019, s 11

[2] Dr. Ayhan Afşin Ünal, 16.ve 17.yy da  Cezayir-i Bahri Sefid (Akdeniz-Ege Adaları ) Ya Da  Kaptan Paşa Eyaleti , Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı : 12 Yıl : 2002  s 252

[3]Tuncer Baykara, 16 yy başlarında Kuşadası-İzmir Rekabeti, Kuşadası’nın Banisi Öküz Mehmet Paşa ,Tibyan Yayıncılık  Basım Yayım ve Matbaacılık  San. Tic. Ltd., İzmir 2019, s 38

 

[4] Tuncer Baykara, 16 yy başlarında Kuşadası-İzmir Rekabeti, s 38

[5] M. Akif Erdoğru, Öküz Mehmet Paşa’nın Ailesi  ve Kuşadası,  Kuşadası’nın Banisi Öküz Mehmet Paşa, Tibyan Yayıncılık  Basım Yayım ve Matbaacılık  San. Tic. Ltd., İzmir 2019, s 98

[6] Yusuf Halaçoğlu, Cerrah Mehmet Paşa, TD Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1993,  Cilt 7, s 415

[7] M. Akif Erdoğru, Öküz Mehmet Paşa’nın Ailesi  ve Kuşadası, s 98

[8] İdris Bostan, Kaptan-ı Derya Kara Mehmed Paşa ve Osmanlı Denizciliği, Kuşadası’nın Banisi Öküz Mehmet Paşa, Tibyan Yayıncılık  Basım Yayım ve Matbaacılık  San. Tic. Ltd., İzmir 2019, s 49

[9] Feridun Akozan, Türk Külliyeleri, Vakıflar Dergisi, VIII Cilt, Ankara 1969, s. 303-308.

[10] R. Eser Gültekin, Ulukışla Öküz Mehmet Paşa Külliyesi,  Kuşadası’nın Banisi Öküz Mehmet Paşa, Tibyan Yayıncılık Basım Yayım ve Matbaacılık San. Tic. Ltd., İzmir 2019, s 104

[11] Feridun Emecen, 17.yy Değişim ve Dönüşüm Çağının Bir Devlet Adamı Damad Kara Mehmet Paşa, Kuşadası’nın Banisi Öküz Mehmet Paşa, Tibyan Yayıncılık  Basım Yayım ve Matbaacılık  San. Tic. Ltd., İzmir 2019, s 87

[12] Feridun Emecen, 17.yy Değişim ve Dönüşüm Çağının Bir Devlet Adamı Damad Kara Mehmet Paşa, s 88

[13] İstanbul Kadı Sicilleri, İstanbul Mahkemesi 3 Numaralı Sicil (H.1027/ M. 1618),  İSAM ed. Coşkun Yılmaz, İstanbul 2010, s.465-466

[14] M. Akif Erdoğru, Öküz Mehmet Paşa’nın Ailesi  ve Kuşadası, s 99

[15] M. Akif Erdoğru, Öküz Mehmet Paşa’nın Ailesi  ve Kuşadası, s 100

[16] Tuncer Baykara, 16 yy başlarında Kuşadası-İzmir Rekabeti, s 39

[17] Bülent Çelik, Öküz Mehmet Paşa Vakfının Düşündürdükleri: İstanbul-İskenderiye Deniz Yolu Üzerinde Kuşadası Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı, Kuşadası’nın Banisi Öküz Mehmet Paşa, Tibyan Yayıncılık  Basım Yayım ve Matbaacılık  San. Tic. Ltd., İzmir 2019, s 65)

 

[18] Bülent Çelik, Öküz Mehmet Paşa Vakfının Düşündürdükleri,  s 67

[19] Bülent Çelik, Öküz Mehmet Paşa Vakfının Düşündürdükleri, s 75

[20] Feridun Emecen, 17.yy Değişim ve Dönüşüm Çağının Bir Devlet Adamı Damad Kara Mehmet Paşa, s 89

[21] M. Akif Erdoğru, Öküz Mehmet Paşa’nın Ailesi ve Kuşadası,  Kuşadası’nın Banisi Öküz Mehmet Paşa, s 100

[22] M. Akif Erdoğru, Öküz Mehmet Paşa’nın Ailesi ve Kuşadası,  Kuşadası’nın Banisi Öküz Mehmet Paşa, s 101

[23] Osman Nuri Akbulut, Evliya Çelebiye göre Batı Anadolu,  Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana bilim Dalı basılmamış Yüksek Lisans tezi,  Muğla Kasım 2008 , s 86

[24] Cahit Telci, 15.-16.yy da Kuşadası Ania Karyesinden Kuşadası kazasına, Geçmişten Geleceğe Kuşadası Sempozyumu,  Meta Basım,  İzmir 2001, s 234

[25]M. Akif Erdoğru, ‘Kuşadası’nın Kurulması ve Gelişmesinde Öküz Mehmed Paşa Vakfının Rolü’, Çakabey’den Günümüze Kuşadası ve Çevresi Türklük ve Türk Tarihi Sempozyumu Bildirileri, Aydın 2018, Adnan Menderes Üniversitesi yayınları s 29

[26] Prof. Dr. Mehmet Akif Erdoğru, Kuşadası tarihine dair bir belge Öküz Mehmet Paşa Vakfiyesi, Ege Üniversitesi İzmir Araştırma Merkezi Yayınları no 15, İzmir 2016, s 4

[27] Mehmet Akif Erdoğru, a. g. e. s 5

[28] Hacı Mehmet Günay, Vakıf, TD Vakfı İslam Ansiklopedisi, 2012 İstanbul, Cilt 42, s 475-479

[29] Mehmet İpşirli, Osmanlı’da Vakıf Kurumu ve Öküz Mehmet Paşa, Kuşadası’nın Banisi Öküz Mehmet Paşa, Tibyan Yayıncılık Basım Yayım ve Matbaacılık San. Tic. Ltd., İzmir 2019, s126

[30] Mehmet İpşirli, Osmanlı’da Vakıf Kurumu ve Öküz Mehmet Paşa, s 128

[31] Mehmet İpşirli, Osmanlı’da Vakıf Kurumu ve Öküz Mehmet Paşa, s 133

[32] Feridun Emecen, 17.yy Değişim ve Dönüşüm Çağının Bir Devlet Adamı Damad Kara Mehmet Paşa, s 92

Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi4
Bugün Toplam314
Toplam Ziyaret353335
Köşe Yazıları
Hava Durumu