• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Site Menüsü
Site Haritası

Debbağlık Türk Mesleğidir



DEBBAĞLIK TÜRK MESLEĞİDİR






Türkler tarih boyunca yaşadıkları geniş coğrafyalarda hayvanları ve sürüleriyle birlikte yaşamışlardır. At ve  küçük baş hayvan (koyun ve keçi) sürüleri her zaman yanlarında olmuş, bu hayvanları beslemek için geniş bozkırlarda yaşamışlar, çadırlarda  konaklamışlar ve davar sürülerinden sade süt ve et elde etmemişler ayni zamanda  sürülerinin derilerini işleyerek günlük hayatlarında kullanmışladır.  Bu nedeneler  debbağlık (dericilik, taballık, sepicilik) bir Türk mesleğidir.

Batı Türkçesinde deri olarak ifade edilen sözcüğün aslı, Eski Türkçe “teri”den gelmektedir; en eski yazılı kaynaklardan, Uygur Türkçesiyle yazılmış “Irk Bitig[1]” adlı kitapta geçer.  Doğu Türkistan’da yazılmış olan bu yazılı kaynaklar, yapılan kazı çalışmaları ve Orta Asya’da Pazırık Kurganlarından çıkartılan eserler ışığında deri kullanımının Türklerde çok ileri seviyede olduğu bilinmektedir. Zira yaşam biçimi hayvancılıkla iç içe olan eski Türkler; at koşum takımlarından yiyecek kaplarına, su kırbasından peynir, tereyağı tulumuna, kitap kabından elbiseye, terlik, sandık ve eyere kadar günlük hayatta kullandıkları pek çok şeyi, yenilebilir hayvanların derilerinden imal ediyorlardı.  Atla iç içe olan yaşantıları pantolon ve çizme giymelerini zorunlu kılmış ve ona uygun olan deri pantolon, kuşak ve deri çizme ilk olarak Orta Asya Türk toplumları tarafından yapılmış ve kullanılmıştır.

Türkistan’dan, Diyar-ı Rum’a yani Anadolu’ya 11. yüzyılın başlarında yerleşmeye ve ebedi yurt yapmayı ana hedef olarak gören Türk boylarına ait yüzbinlerce Türkmen gelip yerleştiler. Bu Türkmenler sadece kendilerini değil sürülerini de getirip Anadolu’nun verimli otlaklarında beslediler. Deri ve deri mamulleri üretim tekniğinin ileri bir seviyeye ulaştığı Ortaçağ [2]Türk-İslâm dünyasının çarşılarında bu tür eşyanın sergilendiği birçok dükkân bulunurdu. Elbise, ayakkabı ve tulum gibi şeylerin yanında derinin en çok kullanıldığı alanlardan biri de ciltçilikti. XIV-XVI. yüzyıllarda mücellitlerin deri ve kösele kitap kapaklarına işledikleri motifler, ciltçilik sanatının ulaştığı noktayı göstermesi bakımından önemlidir. İslâm âleminde kitabın kutsal sayılması ciltçiliğe özel bir değer verilmesini sağlamış ve bu sanat hemen hemen bütün İslâm devletlerinde en ileri seviyeye ulaşmıştır. Cilt işlerinde özellikle Müslüman Türkler çok başarılı olmuşlar ve bu mesleğe tutku derecesinde bir sevgi beslemişlerdir. Halen kütüphanelerde bulunan binlerce kitabın arasında ciltsizlerin çok az olması bu sevginin bir delilidir.

İstanbul debbağhanelerinin  ilk tesis edileni; Fatih[3] Sultan Mehmed Hân’ın İstanbul’un fethini müteâkip Ayasofya-ı Kebir Camii’ne vakf olmak üzere Yedikule dışında yaptırdığı sekiz yeniçeri meydanı, otuz üç selhhâne ile üç yüz altmış adet debbağhane binası idi. Fatih Sultan Mehmed kurduğu debbağhanelere İstanbul merkezinde kesilen hayvan derilerini tahsis etmiştir.  Evliya Çelebi’nin verdiği bilgiye göre; İstanbul’daki mevcut debbağhaneler yedi yüz adet olup çalışanları usta, kalfa ve çırak olarak üç bin kişiden oluşmaktaydı. Pirlerinin Zeyd Hindi olduğunu söyleyen Evliya Çelebi, Anadolu debbağlarının piri olarak Ahi Evran’ı zikretmektedir. Debbağhaneler, bol suya ihtiyaçları olduğundan deniz kenarlarında veya akarsu kenarında tesis edilirdi. Akarsuların şehir girişlerinde debbağhane kurulması, şehir suyunu bozduğu ve kötü koku yaydığı için yasaklanmıştı. Şayet kurulmuşsa bu debbağhaneler, kaldırılarak akarsuyun şehir çıkışı istikâmetine naklettirilirdi.

Kuşadası civarına ilk gelip yerleşen Ahiler,  o zamanki adıyla “ Anya “ diye anılan Soğucak’ ta Ahi Musa zaviyesini kurarak dericilik zanaatını kentimizde başlattılar. 1451 tarihli Tapu Tahrir defterlerinde  Anya’ daki Ahi Musa zaviyesinde 15 adet Ahi dericilik mesleğini icra etmektedir. Kuşadası 17.yy başlarında Öküz Mehmet Paşa tarafından kurulduktan sonra bu ahiler ve dericilik mesleği  sur dışındaki Türkmen deresi mevkiine taşındı. Osmanlı arşiv belgelerinde Kuşadası evrakına göre kale içine taşınan debbağların ve tabakhanelerin  kötü kokuların rahatsız etmesi nedeniyle tekrar Türkmen deresi çevresine taşındı. Kuşadası’nın 17 yüzyılın sonlarında cazibe merkezi olması ve Osmanlı tebaasından olan  Ermeni, Rum ve Yahudilerin Kuşadası’na yerleşmesine imkan tanıdı. Sadece Rumlar dericilik mesleğine merak sardılar ve Rum deri ustaları da Türklerle beraber bu mesleği icra ettiler.

Türk ustaların üstün gayretleri sonucunda üretilen  Kuşadası derileri  Osmanlı ülke sınırlarında kalitesi ile ün salmıştı. Kuşadası’ndan ihraç edilen vaketa ve sahtiyan derileri en önemli ihraç kalemlerinden biriydi. Kuşadası’nda 1890 [4]yıllarda 22 adet tabakhane mevcuttu. Bu tabakhaneler önceleri kendi isimleri ile anılan Tabakhaneler Sokağı üzerinde bulunuyor, deriler genellikle deniz kenarında doğal tuzlu deniz suyu ile yıkanıyordu. Girit ve Balkanların kaybından sonra çok sayıda Türk debbağ Anadolu’ya göç etti ve bunlardan bir kısmı Kuşadası’na yerleşti ve mesleklerine burada devam etti. İstiklal savaşından sonra 1922 de Kuşadası Rum tabakları ilçeyi terk etti ve yerlerini Türkler doldurdu. 1926 nüfus sayımında 8, 1929 yılında ise 9 adet tabak faaliyette idi.

İşte Kuşadası’nı İstiklal harbinden sonra terk eden ve Yunanistan’a gönderilen “ Kuşadalı Rum Deri ustaları” birden bire kıymete bindi. Sanki Kuşadası’nda dericilik mesleği Türklerin ata mesleği değil de Rumların baba mesleği olarak lanse edilmeye başlandı. Halbuki Türk debbağlar Rum kayıplarını aratmayacak kadar çoklardı. 1933 yılına kadar ilçemizde 22 adet tabakhane ve çok sayıda Türk debbağ bu atölyelerde çalışıyorlardı.  Bu Türk debbağların  büyük bir kısmı 2000 li yıllara kadar işlerine devam ettiler ancak Kuşadası’nın turizme açılması  ve fabrikalaşma geleneksel Kuşadası dericiliğini sona erdirdi.  Sözün kısası ; Rumlar dericiliği Türklerden öğrendi ve Türk deri ustaları Rumların boşluğunu hemen doldurdu. Tarihi gerçekler ortada, arşivler okunmayı bekleyen evraklarla dolu  ve deri  binlerce yıldır  Türkler tarafından işlenen bir geleneksel meslektir. Başta son debbağ “ Tuğrul Kutucu “ amcamız olmak üzere Türk debbağların ruhları şad olsun.

KAYNAKÇA 

[1] Hilal Doğan, Tarihe Tanıklı Eden Kadim Zanaat Dericilik, Türk Tarım Orman Dergisi (turktarim.gov.tr)

[2] Zeki Tekin, Türklerde Deri , TD Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1994, Cilt 9, 176-178

[3] www.dunyabizim.com/mercek-alti/debbaghneden-tabakhneye-dericiligin-uzun-hikayesi-h31589.html 

[4] Ali Ergül,  Kuşadası’nda  tabakçılık ve debbağlık, KUYETA dergisi Şubat 2010 sayısı

 

Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi2
Bugün Toplam96
Toplam Ziyaret353117
Köşe Yazıları
Hava Durumu