• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Site Menüsü
Site Haritası

Ahilik


AHİ EVRAN , AHİLİK  ve KUŞADASI AHİLERİ




 
Ahilik, temelleri 13 yüzyılda Kırşehir’de atılmış olan ve daha sonra tüm Anadolu, Balkanlar ve Kırım’a yayılan; toplumu, birçok yönden etkileyen Türk kültürüne[1] özgü bir oluşumdur. Ahi sözcüğü Türkçe “akı” sözcüğünün zamanla değişimi sonucu oluşmuştur. Ahilik, 13. yüzyılda Anadolu da kurulmuş; Anadolu Türklüğünü sosyal, ekonomik ve kültürel yönden etkilemiş bir teşkilattır. Ahilik, kurulduğu dönem ve coğrafyanın sosyo-ekonomik şartları paralelinde ortaya çıkmıştır. Ahi felsefesinin temel amacı, bireyden yola çıkarak yaşanabilir bir toplum oluşturmaktır. Şüphesiz ki yaşanası bir toplum inşaa etmek, öncelikle bu toplumu oluşturan bireyleri eğitmekle mümkün olacaktır. Ahilikte ideal insan tipi Kamil-i insan dır. Kamil-i İnsan olmak için ise; öncelikle bireyin kendi yeteneklerinin farkında olması ve bu yetenekleri doğrultusunda gereken eğitimi alarak, kendini gerçekleştirmesi gerekmektedir.


Asıl adı Şeyh Nasîrüddin Mahmûd Ahî Evran b. Abbas olup Ahî Evran (Evren) adıyla tanınır. Tarihî bir hüviyete sahip bulunmasına rağmen gerçek kişiliği menkıbeler içinde kaybolmuştur. “Gök, kâinat” ve “yılan, ejderha” anlamlarına gelen Evran[2] ismi, efsanevî kişiliğinin bir işareti sayılabilir. Asya içlerinden Anadolu’ya gelen mutasavvıflardan biri olan Ahî Evran, bir müddet Denizli, Konya ve Kayseri’de ikamet ettikten sonra birçok şehir ve kasabayı gezerek ahîlik teşkilâtının kuruluşunda ve yayılışında önemli bir rol oynadı. Sonradan Kırşehir’e yerleşti ve ölümüne kadar burada kaldı. Ahî Evran’ın debbağlık mesleğini icra ettiğine dair an‘ane, onun velî olarak anılmasından sonra debbağ esnafının pîri sıfatıyla yüceltilmesine sebep olmuştur.


İbn Batuta, ahilerle ilgili verdiği genel bilgilerin başında. Anadolu'da oturan Türkmen milletinin her şehir, belde ve köyünde mevcut olduğunu belirtmektedir. Bu ifadelerden açıkça anlaşılmaktadır ki, İbn Batuta[3], notlarını yazdırırken görüş ve kanaatlerini notlarındaki bilgilerle birleştirerek genel bir değerlendirme yapmaktadır. Bunların Anadolu'nun her tarafında, bir başka ifade ile Anadolu Türkmenlerinin bulunduğu her yerleşim bölgesinde var olduklarını daha başlangıçta belirtmiş bulunmaktadır.


Ahilerin 13. yy sonlarından itibaren Batı Anadolu bölgesine gelip yerleştikleri ve Aydınoğlu Beyliğinin sınırları içinde çalıştıklarını bilmekteyiz. Aşık paşazade Osmanlı Devleti’nin kuruluşu sırasında faal rol oynayan dört kuruluştan bahsederken Ahilerden Ahiyan-ı Rum diye söz etmiştir. Osmanlı Beyliği özellikle Ahilerin desteğini sağladığı için kısa sürede gelişmiştir. Osman Gazi’ye ilk defa padişahlık ve devlet kuruculuk müjdeleyen ve onu bu yola yönelten zaviye sahibi bir Ahi lideri olan Şeyh Edebali olmuştur.[4] Osmanlı devletinin 15. yy da Anadolu’da Türk Birliğini yeniden sağlaması sonucunda Ahiler  lonca sistemiyle esnaf teşkilatın içinde teşkilatlanmışlar ve imparatorluğun her eyaletinde mesleklerini icra etmişlerdir.

 
Kurulduktan bir süre sonra şehrin banisi Öküz Mehmet Paşa;  çeşitli vergi indirimleri ile şehri korumak ve kale içinde ikamet etmeleri şartıyla “ Kütahya Türkmenleri “ni getirtmişti. Oğuz Türklerinin “ Salur[5] boyuna bağlı Bozkuş ve Kılcan Aşiretleri “ 16. yy dan beri  Kütahya civarında yaşamaktaydılar. Bu “ konar-göçer “aşiretler sürüleriyle birlikte Kuşadası kalesini korumak ve şehri Türkleştirmek için iskân edildiler. Bu aşiretlerin ahalisinin bir kısmı hayvan sürülerinden elde edilen derileri işleyecek “ ahiler “ idi. Türkmenler, kale içinde yaşadılar ancak sürülerini surun hemen dışındaki “ Türkmen deresi” nin kenarındaki ağıllarda muhafaza ettiler. Bir süre sonra ise dere suyundan yararlanıp “ tabakhaneleri” ni kurdular,  “ debbağlık ve sahtiyanlık “ mesleklerinin Kuşadası’nda temellerini attılar.

 
Esasında Kuşadası o zamanlar “ Anya-namı diğer Kuşadası “ diye Osmanlı kayıtlarında geçmektedir. Anya hakkında bilgi ilk olarak 1. Murad’ın tahta çıkmasının ardından 1421-1438 tarihleri arasında düzenlenen “ mufassal tahrir[6] defteri ”nde bulunmaktadır. Bu tahrire göre;  Anya’da 59 hane vardır. Fatih Sultan Mehmet devrinde 1450 yıllarında ise , Anya köyünde “ Ahi Mehmed”  isimli bir zat yaşamıştır. Bu zatın ismi “ Tırha köyü”  kayıtlarında geçmektedir. Bugün Soğucak ’ta bulunan ve harap olmuş Osmanlı mezarlığı ve harabe ahi Mehmet zaviyesine ait olmalıdır. Günümüzde Kuşadası’ndan yaklaşık 10 km uzakta olan “ Soğucak karyesi “ nde büyük bir çiftlikte sürülerle davarlar beslenmektedir. 


Osmanlı kayıtlarına göre, 1530 yılında Anya’da 52 hane vardır. Bu karyede Ahilerin olduğunu ve “ haftada bir pazar kurulduğunu”  biliyoruz.  1575 tarihli sayımda ise  ayni çiftlikte 82 nefer  vardır. Kanuni dönemindeki TT-87[7] nolu deftere göre “ Anya Ayasuluk’ a bağlı bir köydür. Bu defterdeki kayıtlarda ; “ 35 mücerret, 6 çift, 3 kara, 16 nim çift ve 25 bennak “ vardır.  Seyyah Weigand Davutlardan, Söke’ye gelirken Anya’dan geçmiş burada Türklerin yaşadığını söylemiştir. Daha öncede belirttiğimiz gibi Osmanlı arşivlerinde bulunan TD-T 806 nolu 1656 Avarız defterinin  231. Sayfasında “Anya-nam-ı diğer Kuşadası“ ismi tekrarlanmaktadır.  Belgelerden de anlaşıldığı gibi Kuşadası kenti Öküz Mehmet Paşa tarafından kurulmadan önce Anya karyesi kurulmuş, ahiler burada bir zaviye açmış, Türklerin Orta Asya’dan-Anadolu’ya getirdikleri “ davar sürüleri” nden elde edilen ve binlerce yıldır süren “ geleneksel dericilik mesleği”  işlerlik kazanmıştır. 


17.yy başlarından şehrin Öküz Mehmet Paşa tarafından kurulmasıyla birlikte Ahiler , “ Türkmen mahallesinde lonca sistemiyle “ teşkilatlandılar. “ Tabaklık, saraçlık, kunduracılık, sayacılık, palancılık “ , gibi deri işleme zanaatlarının kentimizde gelişmesini sağlayarak Kuşadası ekonomik hayatına önemli katkılarda bulundular.  Türkmen deresi kenarında”  deri işleme atölyeleri-tabakhaneleri”  ve “ kurşunlu han civarında”  ise dükkânları vardı.  Kuşadası’ndaki Ahilerinde zaman içinde bir vakıf kurdukları ve bu vakıf ile hayrat yaptırdıkları Osmanlı arşiv belgelerinden anlaşılmaktadır.
 Batı Anadolu’da, Kuşadası Osmanlı döneminde küçük bütçeli de olsa Ahiler tarafından kurulan vakıflar vardır. Bunlar genellikle yolcuların ihtiyaçlarını karşılamak için “ yol kavşaklarında, ıssız bölgelerde ve dağ başlarında”  kurulan zaviyelerin masraflarını karşılamak için tarım alanlarından elde edilen hâsılatlarla kurulan küçük vakıflardır. Kuşadası ve Güzelhisar sancaklarına tabi Ayasuluk’da “ Ahi Osman[8] ve Ahi Çuha zaviyeleri,”  Bozdoğan’da ise “ Ahi Yuvaş, Ahi Şatır ve Ahice zaviyeleri” , Tire’ de “ Ahi Hacı, Ahi İsrail zaviyeleri” , Birgi’de ise “Ahi Mahmud zaviyesi” en tanınmış  ahi vakıflarının kurdukları hayratlardır.


Kuşadası’na dericilik mesleğini Ahilerin getirdiği,  asırlarca kentimizde tabakhanelerin ürettiği derilerin hem yurt içinde, hem de yurt dışına gönderildiği bir vakıadır. Osmanlı döneminde Kuşadalı tabaklarının ürettikleri derilerin çok revaçta olduğu ve en önemli alıcısının da İstanbul olduğu kayıtlarda yazılıdır. Osmanlı arşivlerinde “ Kuşadalı debbağların “ ürettikleri “ siyah lök [9]sahtiyan” derisinin çok rağbet gördüğünü ve hiç yere satılmadan direk İstanbul’a gönderilmesi istenmektedir. 29 Safer 1230/ 10 Şubat 1815 tarihli Osmanlıca arşiv belgesinde “ Şumnu ve Kuşadası’nda debbagat olunan lök siyah sahtiyanın Eflak, Boğdan ve sair taraflara gönderilmeyip cümlesinin İstanbul'a gönderilmesi” emredilmektedir.


Kuşadası tabakhaneleri de cumhuriyetimizin ilanından önce ve sonra kentimize gelir getiren önemli sanayi kollarından biri olmuştur.  “ Türkmen deresinin aşırı kirlenmesinden”  ve “ kale içi mahallesindeki pis kokudan”  rahatsız olan ahalinin şikâyeti üzerine tabaklar kendi isimleri ile anılan “ tabakhaneler sokağı “ na taşındılar. Burada deriler genellikle deniz kenarında doğal tuzlu deniz suyu ile yıkanmaya başlandı. 1890 yıllarda Kuşadası’nda “ 22 tabakhane”  mevcuttu.  “ Girit adası [10] ve Balkanların “ kaybından sonra çok sayıda “ Türk debbağ”  Anadolu’ya göç etti, bunlardan bir kısmı Kuşadası’na yerleşti ve mesleklerine burada devam etti. İstiklal savaşından sonra 1922 de, “  Kuşadası Rum tabakları”  ilçeyi terk etti ve yerlerini Türkler doldurdu. 1926 nüfus sayımında “ 8, “ 1929 yılında ise “ 9 adet tabak hane “ faaliyette idi.


1933  sayımında ise Kuşadası’nda 4, Selçuk ta ise 1 tabakhane vardır ve yılda “ 2000-4000 adet ham deri”  işlenerek  çoğu yurt dışına ihraç ediliyordu. 1940-1950 li yıllarda ise gelişen nüfus ve ekonomik hareketlere paralel olarak”  25 deri işleme atölyesinde 125 kişi  istihdam “ edilmekteydi. 1937 yılında kentin gelişmesine ayak uyduran tabakhaneler “ Akıncılar caddesinden (bugünkü İnönü bulvarı )Akyarlar mevkiine”  taşındı ve buradan da 1968 yılında Kuşadası belediyesi kararı ile “ Kirazlı yolu üzerindeki Eşek cehennemi mevkiine” , Kuşadası mezbahanesi’nin yanına taşındı ve son tabak “ Tuğrul Kutucu  “ nun mesleği bırakması ile Kuşadası debbağlığı da sona erdi.  Bütün bu veriler 14.yyda Batı Anadolu’da, 15.yy da Anya’da ve 17.yy da Kuşadası merkezinde başlayan dericilik zanaatını “ ahiler “ başlatmış ve Girit adası ve balkanlardan gelen “ muhacirler “ devam ettirmiş ve onların torunları sonlandırmıştır.

 
 Kuşadası’nda Tabakçılık mesleğini başlatan, ham derileri işleyerek Osmanlı ülkesinin her bölgesine satan ve hatta  19.yy ortalarından itibaren  Avrupa’ya ihraç eden Kuşadası debbağlarından “ Ahi Şatır Hacı Mustafa “ Türkmen mahallesinde 18. yy ortalarında “ Ahi Şatır El-Hac Mustafa Cami-i Şerif Vakfı “adıyla bir vakıf kurarak bu mahallede bir cami ve müştemilatını inşa ettirmiş ve vakfetmiştir. Bu vakfın mülkleri arasında kayıtlarda sadece “ bir cami”  yer almasına rağmen, bu vakfa gelir getirmesi amacıyla vakfedilen “ birkaç tane dükkân “ veya”  mukataa-kiralık “  akarlarında olması gerekirdi. Bilinmeyen veya yok edilen kayıtlardan dolayı, bu akarların bazı kişi veya kurumlar tarafından gasp edildiğini düşünüyoruz. Zira arşivimizdeki Osmanlıca belgede yazdığına göre camide yani “  Türkmen cami “ nde”  imamet ve cuma vaizliği “ kadrolarına bu vakıftan ücret ödenmektedir.

                                      
Buna ilaveten; gene Osmanlıca belgenin tercümesinden çıkardığımız sonuca göre, Türkmen camisini ve imamın ikametine tahsis edilen müştemilatı yaptıran, kadroların ücretlerinin ödenmesi için gelir getiren mülkler bırakan “ Ahi Hacı Mustafa “Topkapı sarayında padişahın hizmetinde bir görevlidir.  Bugünkü Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı’na eş değerde olan “ solaklar “ kıtasında görevli, oldukça dolgun gelire sahip olan“ şatır “rütbesi taşıyan bir subaymış. Konunun daha iyi anlaşılması ve burada Türkmen camisinin bazı gelir getiren mülklerinin de gasp edildiğini kanıtlamak amacıyla belgenin tercümesine hemen göz atalım

                               “  Kullarının isteği şudur ki; Kuşadası Türkmen Mahallesinde bulunan hayır sahiplerinden merhum Şatır El Hac Mustafa’nın yaptırdığı cami şerifte tedrisat ve cuma vaizliği görevini yapan, ücretini de merhum Şatır El Hac Mustafa Cami Şerif Vakfından alan Eş-Şeyh El Hac Mustafa ölmüştür. Yukarıda adı geçen camideki iki görev yeri boşalmıştır. Bunun için buraya en uygun kişi halen Kuşadası’nda yaşayan Hafız Mehmed Efendidir. Bu görevlerin kendisine verilmesi için bir berat verilmesi hususu yüce makamınızdan istenmektedir. Bu hususta emir ve ferman makamınızındır. Bu yazı 15 Ramazan 1206 da yazıldı. “


15 Ramazan[11] 1206 / 7 Mayıs 1792 tarihli İstanbul’a yazılan yazıda,  camide görevli imam ve cuma vaizi “ Şeyh Hacı Mustafa “  vefat etmiş ve yerine “ Hafız Mehmet Efendi “ adlı birinin getirilmesinin en uygun kişi olduğu teklif edilmektedir. Belgede çok açık bir şekilde belirtildiğine göre ölen “ merhum imam /vaiz “ in ücretleri vakıftan karşılandığı gibi,  yeni teklif edilen “ imam/vaiz ”in ücretleri de ayni vakıftan karşılanacağının altı çizilmektedir. Bunun içinde İstanbul’dan bir “berat-yazılı emir “ talep edilmektedir. Bu da “ Türkmen Ahi Şatır Mustafa Cami Şerif-i Vakfı” nın Kuşadası veya yakın bir mahalde gelir getiren mülklere sahip olduğunun kanıtıdır.


Kaynakça

[1] Murat Kılınç, Ahiler ve Ahilik Kültürü, 2010 Ankara

[2] İlhan Şahin, Ahi Evran, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1998, Cilt 1, s 529-530

[3] Mehmet Şeker, Ahiliğin Anadolu’nun Sosyal Hayatındaki Yeri, Ankara, 1993, s 86-87

[4] Selahattin Döğüş, “Osmanlı Topraklarında Ahi Zaviyeleri ve Şeyh Edebali Meselesi”, OTAM, 37, 2015, 65.

[5] Mehmet Akif Erdoğru, Kuşadası Tarihine Dair Bir Belge Öküz Mehmet Paşa Vakfiyesi Tıpkı Basım, Ege Üniversitesi İzmir Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayınları, İzmir 2016, s 2

[6] Ahmet Şahin , 15.ve 16. yy da Aydın Sancağının Demografik Yapısı, Adnan Menderes Üniversitesi  Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Aydın 2008, s 153

[7] Cahit Telci, 15-17.yy Ania Karyesinden Kuşadası Kazasına, Geçmişten Geleceğe Kuşadası Sempozyumu I, Meta Basım, İzmir 2001, s 223

[8]  Emine Sönmez, 571 Numaralı Evkaf Defterine Göre Aydın Vakıfları, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ordu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı, Ordu 2017, s 50

[9] BOA, C.İKTS, 29 1426, 29 Safer 1230

[10] Ali Ergül, Kuşadasında Tabakçılık ve Debbağlık, Kuşadası Yerel Tarih Dergisi, Kuşadası 2010 Şubat sayısı, s 15-16

[11] BOA, C.MF, 0034, 1670, 001, 15 Ramazan 1206

Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi2
Bugün Toplam166
Toplam Ziyaret349531
Köşe Yazıları
Hava Durumu